Geceyi, Mehmet Amca'nın yeğeni ile yaşadığı evinin bir odasında geçirdik hepimiz. Oda küçük bir odaydı; odanın neredeyse yarısını kaplayan tahta divanın üzerine 'döşek', minder atılmıştı. Tahta pencerelere, içeriye sinek girmesin diye olsa gerek, tüller çakılmıştı. Duvarda bir halı asılıydı; bir ceylan, ürkekçe yeşil ormanın içerisinde bir göletten su içiyordu. Göletin çevresinde sazlıklar ve çeşitli bitkiler vardı, bir kurbağa gördüğümü sandım fakat tabii, başka bir şey de olabilirdi, ceylanın yanında...
Mehmet Amca, aydınlıkta bizi şöyle bir süzmüştü, eve almadan önce. Nedense gördüğü şeyden hiç hoşnut kalmadığı hissine kapılmıştım. Özellikle bir bana, bir de Tunç'a öyle kötü bakmıştı ki, kendimi tokatlanmış gibi hissetmiştim. Bu bakışlardan sonra, Tunç ile göz göze geldik, aynı şeyi onun da hissettiğini soru soruyormuşçasına bakışlarından anladım.
"Çok huzursuzum," dedim, yer yatağında Filiz, Serkan ve Turgut'un yanından, divanda barınan Tunç ve Seher'e doğru. "Hiç sorma," dedi, Tunç, bir kolunu sevgilisinin beline dolayıp. "O ne bakıştı öyle! Keşke arabada kalsaydık." Epey bir yakındık durumdan. Sonra Turgut kızdı bize, uyumak istiyormuş ama o kadar yüksek sesle ağlıyormuşuz ki, uyuyamıyormuş sesimizden. Biz de sustuk.
Bir sağa döndüm, bir sola döndüm. Tekrar sağa, sırt üstü bir yatayım bakayım dedim olmadı, yüz üstü... Yok. Uyuyamadım. Göğsümün üzerinde öyle büyük bir ağırlık hissettim ki bir an! Yattığım yerden hızla kalktım, kimse uyanmamıştı. Kapının gıcırdamayacağını umut ederek, avluya çıktım. Her odanın avluya açılan bir kapısı olmakla birlikte hiçbir odanın bir başka odaya açılan kapısı yoktu. İlk defa böyle bir mimari gördüğümden, epey ilginç ve eğlenceli gelmişti bu bana ilk fark ettiğimde. Lakin o an, tek istediğim şu evden biraz uzaklaşmaktı. Arkamda çıtırtılar duyunca, yine gereksiz bir korku ile döndüm arkama, "korkma." Dedi, Serkan. "Yerimi yadırgadım herhalde, uyuyamadım. Çıktığını görünce de, peşine takılayım dedim." Gülüp iyi yaptığını söyledim. Biraz havadan sudan konuştuk; ortalaman kaç, hangi dersleri geçememiştin, gelecek planın ne vesaire... Sonra benim dikkatimi başka bir şey çekti.
İki büyük şey; ilerlediğimiz yolun sonunda arşa yükseliyordu. Tarihteki tüm tanrıların eliydi sanki, yüce, büyük ve büyülü... Sivri doruğu, dolunayı ortadan ikiye bölmüş, gökyüzüne hükmediyordu. Yıldızlar, bu yüce varlığın başında birer hale misali dolanıyordu. Kalakaldım, olduğum yerde. Neydi bu, gerçekten, büyü müydü? Bu dağ... Bu güzellik, beni bu denli etkiler miydi normalde? Biliyorsun, normal insanların etkilenmediği birçok şey, beni korkudan dehşete düşürebilir. Ama o dağ, farklıydı, başkaydı. Canlı gibiydi. Canlı ve akıllı bir varlıktı sanki. Zekasının hacmini göğsümde hissediyordum.
Aklımda tek düşünce vardı, Serkan beni hafifçe sarsıp gerçekliğe uyandırdığında. "Gidelim buradan bir an önce!" diye soludum, "ben... burada bir dakika daha durmak istemiyorum. Ben arabada kalayım bu gece. Hadi iyi geceler!" Arkamı dönüp hızla ormana doğru ilerlerken aklımda ne in vardı ne cin... Sadece bu koca diktatörün dikta alanından çıkmak, ondan kaçmak istiyordum. Vücudumun her zerresi, dağdan uzaklaşmak için kızışıyordu. Kesinlikle, kesinlikle ait olmadığım bir yerdi, hükümdarlığı.
"Derda! Dur yahu nereye gidiyorsun, saçmalama, gel!" Serkan bana yetişip önüme geçmese uçacaktım. "Ne oldu? Nereye?"
"Arabaya." Serkan yüzüme hayretle baktı, "ne garipsin. Neden?" Arkamı dönmemek için kendimi zor tutarak, "içim daraldı." Dedim, "rahat edemedim, bilmiyorum, arabada daha huzurlu olurum."
"Eh, iyi," dedi, Serkan, ormana doğru yürürken. "Ben de rahat edememiştim. Arabada huzur bulunuyor demek ki, ben de geliyorum."
Ve yine, canıma minnetti. Yalnız kalmayacaktım, hiç olmazsa.
Güneş ayana kadar sohbet ettik, arabada. Biraz dertleştik de denilebilir. Serkan bana, her ilişkisinde nasıl hayasızca aldatıldığını anlattı, bense nasıl hiç kimseye aşık olamadığımı. "Tam diyorum ki, tamam, bu defa kesinlikle güvenebileceğim ve... sevebileceğim biri çıktı karşıma. Pat! Bir öğreniyorum ki ben yalnızca yedinci tekerlekmişim. Yedek parçaymışım; beni kalbinde değil yedek kulübesinde tutuyormuş. Bana gösterdiği ilgi, ısınmam içinmiş. Hani oyuna girmem gerekirse kaslarım ağrımasın diye..." Elimle, omzuna küçük bir yumruk attım. "Siz erkeklerin tek derdi oyuna geçmek ve ısınmak değil mi zaten?" Serkan, güldü, "ya of... gerçekten mi?" Omuz silkerek güldüm bende. "Ben hep bunu gördüm, bunu duydum, bunu yazdım."
"Bilmiyorum ki." Dedi, Serkan. "Belki gerçekten tek düşündüğümüz sekstir. Belki değildir. Bilmiyorum." Çantasından bir kutu kola çıkarıp açtı, önce bana ikram etti, sonra kendi bir yudum aldı. "Sen onu bırak da... Neden bu kadar korkaksın, onu anlat. Ne oldu da geldik buraya, doğruyu söyle!"
İşte, anlatmaya çalıştığım bu, anlıyor musun? Neden bu kadar korkaksın sorusunu ilk kez duydum o an. Çünkü hayatta kolay kolay bir şeyden korkmazdım ben. Biliyorsun, biliyorsun yahu... Bu hikayeyi ilginç kılan şeylerden biri de bu. Garip, çok garip, kardeşim.
"Dağ." Dedim, bir süre düşündükten sonra ve sonra hissettiğim şeyi anlattım. Gülsün diye bekledim ama gülmedi. Yüzünde hiç hoşuma gitmeyen bir ifade oluşmaya başladı. Gözleri kısıldı, dudakları gerildi. "Serkan?"
"Dolunaydandır, değil mi? Yani, üzerimizde, insanların üzerinde böyle etkileri var. Büyük ihtimalle öyledir, ne olacak başka?" Kolunu dürterek "ne?" diye sordum. "Bugün herkesten aynı şeyleri dinledim," dedi, Serkan. "Aynı şeyler. Aynı hisler. Aynı korku..."
"Ya sen?"
"En güçlü hisseden, en büyük tepkiyi veren sendin." Beni korkutmaya çalıştığını düşünerek kendimi biraz rahatlattım. "Bana takılıyorsun. Kes şunu da, kalan hayatımda uyku problemi çekmeyeyim." Yoo, gayet ciddiydi. "Ben de." Dedi, gözlerini kaçırıp etrafı kolaçan etmeye başlamazdan evvel. Korkuyla kapıları kilitleyip, arkaya yasladığımız koltuğa kıvrıldım. Cenin pozisyonunda, Serkan'ın hareketlerini izledim bir süre, atmaca misali. Bir an, camdan dışarıdaki bir şeye öyle yoğunlaştı ki, kulağımda yine babaannemin o hikayelerinden birinin mırıldanıldığını duydum sanki. Gözlerimi sımsıkı kapattım, öyle sıktım ki kendimi, canım yandı.
"Bu dünyadan başka dünya yok, arama!
Senden benden başka düşünen yok; arama!
Vazgeç ötelerden, yorma kendini.
O var sandığın şey yok mu? O yok, arama!"
Gözlerimi açıp, bu puslu sesle Serkan'ın ne saçmaladığını sormak istedim, konuşmama izin vermeden, az önce neden kendimi o denli korkuttuğumu biliyor görünüp gülümsedi. "Sadece kediydi." Dedi, "senin için uyanık kalabilirim. Zaten uykum yok." Ve yine, yine canıma minnetti ama Serkan'a fazla minnetkar kalmaya başladığımı fark ettim. "Hayır," dedim, uykulu ama arabada aradığı huzuru bulamamış sesimle. "Uyu.
"Uykum yok," dedi, Serkan ve doğrulup oturdu. "İyi geceler, mavili."
Bana taktığı muhabbet kuşu isimli lakabı duymazdan gelerek, bir daha yapmamasını umdum ve gözlerimi yumdum.
Hayret ki, deliksiz uyumuşum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hadi Gittik!
Romance"Ağrı Dağı'nın eteklerinde uçan güvercin olamayınca, Kaf Dağı'nın tellerine sıçan horozların hikayesi." *** Biliyor musun? Ona sarılmak dünyadaki en güzel hislerdendi. Çok garipti, olmak istemediğim, ait hissetmediğim bir kazanın içerisinde, içine k...