---
Sana biraz hislerimden bahsetmek istiyorum, kardeşim. Biliyorum, artık okumaktan bıktın ama seni kendi dertlerimle meşgul etmeyi hep sevmişimdir.
Hatırlıyor musun babaannemin o minik evini? O evi ne çok severdim! Küçük, küçücük bir evdi lakin o denli büyük, o denli huzur doluydu ki, unutturuyordu bize kaç oda, kaç salon olduğunu...
O ağaçların yapraklarının hışırtısı, yağmurdan sonraki ıslak toprak ve tezek kokusu, geceleri öten baykuş ve ağustos böceklerinin sesi... Ne güzeldi.
Bahçesini hatırlıyor musun? Kocaman, kocaman bir bahçesi vardı. Kiraz ağaçları, elma, şeftali, mandalina ağaçları gölge ederdi koca öğleden sonrayı bize. Benim en sevdiğim ağaç, şüphesiz ki dut ağacıydı. Üstüne tırmanıp dalları sallayarak yere dutlar düşürmeyi o kadar severdim ki! Annem, halam ile beraber kocaman, üzerinde kırmızı lekeler dolu olan beyaz bir çarşaf açardı ben ağaca tırmandığımda. Ben dalı salladıkça yere düşen küçük, kırmızı, ballı mı ballı dutlar o kadar çok olurdu ki, yeryüzüne dut yağmuru yağdırdığımı düşünür, hayaller kurardım. Kendimi oranın prensesi ilan ederdim. Tabii sen, bu süre boyunca yalnızca topladığım dutları yemekle meşgul olurdun, her neyse.
Sonra halam ve babaannem, koca bir kazan kaynatır, bu dutlardan o inanılmaz tattaki reçeli yaparlardı. Evet. Hikaye şimdi başlıyor, bunu hatırlamaman imkansız! Sana, "Umuuut, bak ben yağmur yağdırıyorum, ben prensesim sen değilsin!" diye bağırdığımı hatırlıyorum. Sense, kıpkırmızı ağzın ve ellerin ile sinirlenip, prenses olmaya karar vermiştin. Yanıma gelecek, tahtımı elimden alacak ve yağmur yağdıran sen olacaktın. Yanıma geldin, bu biraz zor olmuştu, hala hatırladıkça gülesim geliyor. Koca, kırmızı bir top gibi; tırmanmak yerine yukarıya doğru yuvarlanıyormuşsun gibiydi!
Sonunda tahtım olan dala çıktığında, sallamaya çalıştın dalı ama ne olduysa, kaydın gittin! Annem ve halamın tuttuğu çarşafın üzerine düştün, pat diye. Öyle bir yaygara kopardın ki, kulaklarım parçalandı ağlamandan. Kolun kırılmıştı, duramıyordun ağrısından.
Ah, ben de ağlıyordum. Çünkü topladığım tüm dutlarımı yere düşürmüştün!
Evet, özür dilerim, kardeşim. Ama... bencil bir pislik olduğumu biliyorsun. Beni biraz da bunun için seviyorsun.
Sevmek... Ah.
Öyle büyük, bilinmez bir labirentteydim ki! Çıkışı yoktu, girişi yoktu, kilidi yoktu. Ne duvarı vardı ne gizemi. Ama labirentti hani. Anlamını karşılamayan bir hisler labirentiydi. Kaybolmuştum. Ve benimle birlikte kaybolan kimse yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hadi Gittik!
Romance"Ağrı Dağı'nın eteklerinde uçan güvercin olamayınca, Kaf Dağı'nın tellerine sıçan horozların hikayesi." *** Biliyor musun? Ona sarılmak dünyadaki en güzel hislerdendi. Çok garipti, olmak istemediğim, ait hissetmediğim bir kazanın içerisinde, içine k...