Karşısında oturan ve artık delikanlı olan iki gence bir bakış daha atıp anlatmaya devam etti Alkmene, "Dediğim gibi, ben size süt bulmak için çok kısa bir süre dışarı çıkmıştım. Yaklaşık 8-9 aylık bebektiniz. Sen şurada yatıyordun İphikles. Sen ise tam şuradaydın Leonidas" dedi diğer köşeyi işaret ederek. "Daha dün gibiydi, neyse... Çok geçti geçmedi geri döndüm. Bir de ne göreyim! Leonidas'ın iki elinde iki yılan! Boğmuş hayvanları. Ve hem kendini hem kardeşini kurtarmış canım oğlum."
İphikles, başından beri sıktığı yumruğu havada savurarak ayağa fırladı. "Canın oğluna minnetarım anne! Ama artık daha fazla dinlemek istemiyorum," Leonidas'a kinli kinli bakarak devam etti. "Kahramanlık hikayeni yüzüncü kez dinlemediğim için özür dilerim üvey kardeşim!" Leonidas gözünü daldığı yerden ayırmadan yavaşça omzunu silkerken, İphikles odayı çoktan terk etmişti.
Alkmene, Leonidas'ın yanına oturup elini sıktı. Güç vermek istercesine. Gerçi daha ne kadar güç verebilirdi ki ona? Zeus, Leonidas'a tanrısal gücünde ötesinde bir güç bahşetmemiş miydi zaten?
"Biliyorsun, senin yanında vasıfsız hissediyor. İstediği güce sahip olduğun için kıskanıyor. Ölümlü olduğunu kabul edemiyor. Doğrudan seninle ilgili değil, senin sahip olduklarınla ilgili bir sorunu var aslında. Lütfen üzülme oğlum," Alkmene tesellilerine ard arda devam ederken Leonidas sözünü kesti.
"Anne anladım! İphikles şu an düşüneceğim en son şey. İnan umrumda değil. Senin ne yapmak istediğini de anlıyorum. Eski gücümü, kudretimi kazanmamı istiyorsun. Bebekliğinden bu yana yaptığım, sözüm ona kahramanlıkları (!) anlatarak moralimi düzeltmeye çalışıyorsun. Anne hepsinin farkındayım! Ve duymak istediklerim bunlar değil!"
"Ne peki? Ne istiyorsun?!"
"Oklardan bile hızlı koşan, cesur savaşçı Yüce Akhilleus Han yaşıyor!!! İşte duymak istediğim tek şey bu," delikanlı ayağa kalkarak kapıya yöneldi.
Annesi bir kez daha seslendi. "Peki ben ne istiyorum, hiç sordun mu? 6 yıldır yas tutmak yerine artık kendini toparlamanı, iyi beslenmeni, güçlenmeni, hakkın olanı almayı, gerçekleri görmeni istiyorum! Ve yıllardır kullanamadığın tanrısal güçlerini kaybetmemeni..." sesi tekrar şefkatli, cılız, yalvaran tona dönmüştü. "Kabul et Leonidas, Akhilleus öldü."
Hala arkası annesine dönük duran genç, duyduğu son sözcükleri hazmetmek için yutkundu. Yaşaran gözlerini silerek, dışarı çıkıp kendini Aphrodisias'ın kalabalık sokaklarına attı.
* * *
Eros hiçbir aksilik çıkmaması için çabalıyor, oradan oraya koşturarak uçuyordu. Zaferin büyük kısmı şüphesiz onundu ama elbette tek başına halletmemişti. Cypros'dan (Günümüz Kıbrıs'dan) yola çıktıklarında, gemilerine Posedion ve Nereidler (Akdeniz Perileri) eşlik etmişti. Olympos'u geçip Edrassa'ya (Adrasan'a) vardıklarında Apollon bizzat karşılamıştı. Bir başka kanatlı tanrı olan ulak Hermes, güzergahı belirleyip Eros'a bildiriyordu. Yine kanatlı olan zafer tanrıçası Nike; bir kentin hazırlığını kontrol ediyor, bir de gelip esir tanrıçaya destek veriyordu. Tahtırevanın iki yanında ise yorulmak bilmeyen centeurlar (at adamlar) eşlik ediyordu.
Tanrıça, elini tülün ardına çıkarıp "dur" işareti yaparak eşlik eden tüm konvoyu durdurdu. Eros bir isteği olduğunu düşünerek yanına geldi. Güzel tanrıça ise tahtırevanından inip yol kenarındaki ağaçlığa doğru yürümeye başladı. Birçok tanrısal kişi ve muhafızın meraklı bakışları arasında, az daha ilerleyip kurumuş çiçeklere doğru eğildi. Herkes ne yapacağını merak ederken o zarif elini havada süzerek cansız çiçeklerin üzerinde gezdirdi. Eli henüz havadayken çiçekler canlanmaya başladı. Kuru dalları yeşerdi, solmuş yaprakları tekrar bembeyaz açmaya başladı. Ve lilyum çiçeklerinin kokusu her yeri sardı. Yaptığı işten memnun olan genç kız gülümseyerek tahtırevanına tekrar bindi ve yeniden yola düştüler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nymph'in Simyası
FantastiqueAntik Yunan'ın daha önce duyulmamış efsanevî aşkı gün yüzüne çıkıyor...