2.Bölüm

6.8K 389 44
                                    

Babam arabayı okul binasının önünde durduruyor. Kapımı açıyorum ve arabadan iniyorum. Binayı incelemeye koyuluyorum. Koskocaman, gri, betondan bir bina. Gayet sıradan görünüyor gözüme. Babam elini koluma koyuyor. "İçeri girsek iyi olacak. Haydi." diyor ve binanın devasa kapılarına yöneliyor. Onu takip ediyorum. Kapıları ittirdiğinde metalin metale sürtme sesini duyuyorum ve kulaklarımı ellerimle kapatıyorum. Kapılar tamamen açıldığında, babam elini sırtıma bastırıyor ve beni hafifçe ileri itiyor. Binanın içine ayak basıyorum. Bir saniye sonra babam önüme geçiyor ve beni yönlendiriyor. Sonunda büyük, siyah bir kapının önünde duruyoruz. Kapının hemen sağ tarafında, üzerinde "Okul Müdürü: Bay Stewart" yazan bir tabela asılı duruyor.  Babam nazikçe kapıyı tıklatıyor, içeri gelmesini söyleyen sesi duyunca da kapıyı iterek açıyor. Gözleriyle içeri girmemi işaret ediyor, bende giriyorum. Duvar boyunca dizilmiş, upuzun camların önünde, uzun boylu, zayıf bir adam duruyor. Bay Stewart olduğunu tahmin ediyorum. Bir süre sonra -belki on saniye, belki on dakika, emin olamıyorum- yüzünü bana ve babama çeviriyor. Çok hoş bir adam olduğunu farkediyorum. Ve genç. Kumral saçları ve deniz mavisi gözleriyle çok çekici bir adam.

"Bay Lynette. Hoşgeldiniz. Küçük hanım. Adınız neydi?" diyor tatlı bir sesle.

"Lea. Adım Lea." diyorum.

Bana gülümsüyor. "Hoşgeldin, tatlım. Ders üç dakika içinde başlayacak. Sana ders programını vereyim de, dersine git." diyor ve bana bir kağıt uzatıyor.

"Teşekkür ederim." diyorum ve babama dönüyorum. "Akşam görüşürüz." diyorum ve ikisini odada baş başa bırakıp uzun koridorda yürümeye başlıyorum. Yolda ders programıma göz atıyorum. Aman tanrım, diye düşünüyorum. Bıçak savurma ve tabanca kullanma mı?

Başımı ders programımdan kaldırmamla birine toslamam bir oluyor. Yere uçuyorum. Gözlerimi kırpıştırıp karşımda bana yardım eli uzatan çocuğu görüyorum. "Hey, çok üzgünüm. Sen iyi misin?" diye soruyor.

"Evet, evet. Ben iyiyim." diyorum ve uzattığı eli tutup ayağa kalkıyorum.

"Ben Mark." diyor dostça bir gülümsemeyle.

"Ben de Lea." diye karşılık veriyorum.

"Tanıştığımıza memnun oldum, Lea. Lütfen beni affet, önüme bakmıyordum." diyor.

"Hiç önemli değil. Asıl önüne bakmayan bendim." diyorum ve gülümsemesine karşılık veriyorum.

"Şey, aslında müdürün odasına gitmem gerekiyordu ama derse bir dakika kaldı. Birlikte gitmek ister misin?" diye soruyor.

"Tabii, neden olmasın." diyorum. Birlikte sınıfa doğru yürümeye başlıyoruz.

Sınıfa vardığımızda ağzım açık kalıyor. Sınıf dedikleri, yaklaşık altmış metrekarelik, kocaman bir oda. Odaya göz atıyorum. Atış pistleri. Elbette, ilk derste bıçak fırlatmayı öğreneceğiz. Ne kadar güzel. Daha ilk dersten yaralanıp hastaneye yatacağım.

"Güzel, değil mi?" diyor Mark bana bakarak.

"Sorma, harika." diyorum. Bu seferde bir kaç masa dikkatimi çekiyor. Masaların üzerinde çeşit çeşit bıçaklar olduğunu görüyorum. Dikkatimi sınıftaki insanlara vermeye karar veriyorum.

Koyu renk saçlı, koyu renk gözlü bir çocuk bir köşede oturuyor. Uzun boylu, iri yapılı bir başkası başka bir köşede. Herkesin farklı bir köşeye çekilmiş, kendi kendine takılıyor olduğunu görüyorum. Gözlerim insanları yutmaya çalışırcasına üzerlerinde gezinip dururken, birinde duruyor. Orada, sınıfın en uç köşesinde, bir dirseğini duvara dayamış, bir yere bakıyor. Bir yere değil, birine. Bir saniye sonra bana baktığını farkediyorum. Altın sarısı saçları ve tamamen aynı renkteki gözleriyle hayatımda gördüğüm en yakışıklı çocuk olduğunu düşünüyorum.  Gözleri bana odaklanmış, öylece duruyor. Bir süre sonra dudakları yukarı doğru kıvrılıyor ve yüzünde sinsi bir sırıtış beliriyor.

"Lea, birkaç dakika sonra öğretmen gelecek. O zamana kadar biraz alıştırma yapmaya ne dersin?" diye soruyor Mark.

Dikkatimi ona veriyorum ve "Elbette. Olur." diyorum. Sırtımdaki ok kılıfını bir kenara bırakıyorum ve Mark'la birlikte bir masaya doğru yürüyorum. Bir masanın hemen yanında duruyorum ve elim içgüdüsel olarak bir bıçağa gidiyor. Parmaklarımla gümüş kabzasını kavrıyorum ve masadan alıyorum. Gözlerimi kapatıyorum ve iki saniye sonra bıçağın artık elimde olmadığını farkediyorum. Hemen gözlerimi açıyorum ve... Bu da ne?  diyorum kendime. Saniyeler önce elimde olan bıçak, önümdeki hedef tahtasının tam ortasına saplanmış, öylece duruyor. Çevremdekilerin bir şeyler fısıldayarak bana yaklaştığını görüyorum. Biri hariç. Altın çocuk.

"Aman Tanrım! Vay be, Lea! Bu da neydi böyle?" diyor Mark.

"Ben, bilmiyorum." diyorum.

"Vay canına, harikaydı. Ah, ben Winston." diyor iri çocuk. Uzattığı eli sıkıyorum. "Ben de Lea."

Bir dakika içinde, altın çocuk dışında hepsinin ismini öğrenmiş oluyorum. Mark, Winston, Derek, Calvin, Tyler, Ryder ve Thomas. Sadece dokuz kişiyiz. Çocuklar çevremde oturmuş, bir şeyler söylerken, kapının çarpma sesi beni kendime getiriyor. O tarafa döndüğümde, sınıfa iri bir adamın girdiğini görüyorum.

"Evet," diye başlıyor, "bir araya toplanın.". Dediğini yapıyoruz. Altın çocuk da homurdanarak bizim olduğumuz tarafa doğru geliyor.

"Pekala, derse geç kaldığım için bağışlayın çocuklar. Ben Bay Clark. Hemen derse başlayalım. Nasıl bıçak savurulduğunu hepiniz biliyorsunuzdur. Elinize bir bıçak alın, kolunuzu geriye atın ve bıçağı ileri doğru bırakın. Haydi, başlayın. Hepinizi tek tek izleyeceğim." diyor ve bizi hedef tahtalarına yönlendiriyor.

Bay Clark, Tyler'ın yanına yöneldiğinde, bende önümdeki tahtaya odaklanıyorum. Bıçakları tek tek alıyorum ve savuruyorum. Üç tanesi hariç hepsi, hedef tahtasının tam ortasına isabet ediyor. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan Bay Clark yanımda beliriyor. Ona doğru baktığımda, çocukların bir duvara yaslanmış, bizi izlediklerini farkediyorum. "Bayan Lynette, siz bu okulun on yıldır gördüğü ilk kız öğrencisiniz. Gerçekten cesur ve kararlı olmalısınız, değil mi?" diyor. "Şey, sanırım öyle, Bay Clark." diyorum. Gözleri bir anlığına ok kılıfıma kayıyor. "Bunlar sizin mi, Bayan Lynette?" diye soruyor. "Evet, benim." diye cevaplıyorum. "Demek okçulukla uğraşıyorsunuz? Ne zamandır?" diye soruyor bu sefer. "Ben, beş yaşımdan beri." diyorum. "Etkileyici. Biliyorsunuz, bir ay boyunca ders programına uyma zorunluluğunuz var. Fakat daha sonrasında, kendi istediğiniz derslere girebileceksiniz. Eğer beş yaşından beri bununla ilgileniyorsanız, kesinlikle bunun üzerinde yoğunlaşmalısınız. Şimdi, üç tanesi dışında, diğer bıçakları başarıyla savurduğunuzu görüyorum. Size biraz daha ağır bıçaklar vereceğim." diyor ve sınıfın arka tarafına yürüyor. Geri geldiğinde elindeki kutuyu farkediyorum. Yanımdaki masaya bırakıyor ve kapağını kaldırıyor. İçinden beş tane bıçak çıkarıp, diğer yanımdaki masaya bırakıyor. "Sizi izliyorum, Bayan Lynette." diyor ve bir adım geri çekiliyor. Derin bir nefes alıyorum ve ilk bıçağı kavrıyorum. Beş saniye içinde artık elimde değil, hedef tahtasının tam ortasında olduğunu görüyorum. Kalan dört bıçağı da savurduktan sonra, çocukların ıslık ve iltifatlarını duyuyorum. "Çok başarılısınız, Bayan Lynette. Tebrikler." diyor Bay Clark dudaklarında bir sırıtışla. Bir saniye sonra sağır edici zilin sesi duyuluyor ve Bay Clark sınıfı terk ediyor. Çocuklar bana doğru geliyor ve tek tek sırtımı sıvazlayıp sınıftan ayrılıyorlar. Sonunda, altın çocukla yalnız kaldığımı görüyorum.

Ok kılıfıma doğru yürürken, baştan çıkarıcı sesini duyuyorum. "Tebrik ederim, Lea." diyor. Harika bir sesi var diye düşünmeden edemiyorum. Kılıfımı boynumdan geçiriyorum ve ona dönüyorum. "Teşekkür ederim, şey...", adını bilmediğimi hatırlıyorum. "Adım Connor." diyor. Bana doğru geldiğini o zaman farkediyorum. O da benim gibi, okulun verdiği siyah kıyafetleri giymiş. Gerçekten çok yakışıklı görünüyor. "Şey, tamam. Aklımda tutarım." diyorum. Hafif bir kahkaha atıyor. "Arkadaşlarla okula başlama konusunu tartışırken, kızların hepsi kaçıp gitmişti. Senin bu kadar, şey, cesur ve hevesli olduğunu görmek çok etkileyici. Bak, görüyor musun? Daha ilk günden beni etkiledin." diyor ve göz kırpıyor. Sonra sınıftan çıkıyor ve upuzun koridorda gözden kaybolana dek onu izliyorum.

ŞampiyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin