"Lea. Uyan haydi."
Miles'ın sesini duyuyorum. Gözlerimi açmak için çabalıyorum fakat beyazlık, adeta gözlerimi yakıyor. Ellerimle gözlerimi kapatıyorum.
"Haydi ama, Lea. Lütfen gözlerini aç." Miles yalvarırcasına söylüyor bunu. Sonunda, ellerimi çekiyorum ve gözlerimi yavaş yavaş açıyorum.
"Işığı söndürebilir misin?" diyorum.
Hiçbir şey söylemeden başıyla onay veriyor ve gidip ışığı kapatıyor. Gözlerimi rahatlıkla kocaman açıyorum ve odamda, yatağımda olduğumu farkediyorum. Yatağın yanındaki ufak masadaki tepsiyi görüyorum. Ah, Conny.
"Saat kaç?" diye soruyorum Miles'a.
Kederli bir şekilde gülümsüyor. "Gece yarısı. Bir saat önce uyandım ve sana bakmaya geldim. Sen de uyuyordun. Uyandırmak istemedim fakat geceyi yalnız geçirmek de hoş bir fikir gibi gelmedi."
"Ah, pekala. Yüzümü yıkayayım, mutfağa geleceğim. Şimdi oraya git ve beni bekle."
"Harika. Gerçekten bir şeyler yemem gerekiyor."
"Benim de. Haydi." diyorum ve yataktan kalkıyorum. Birlikte odadan çıkıyoruz. O, mutfağa, bense banyoya yöneliyorum. Aklıma, okulun ilk günü geliyor. Sadece bir hafta önceydi, mutfaktan annem ve babamın neşeli sesleri geliyordu. Şimdiyse bu evde Miles'la baş başayız.
Bu düşünceyi aklımdan kovuyorum çünkü ağlamak üzereyim. Hayır, diyorum kendime. Annen ve baban, senin bir bebek gibi ağlamanı değil, güçlü olmanı ve kendileri için savaşmanı isterlerdi. Aklımda binbir türlü düşünce dönüp dururken, çoktan banyoya varmış, aynada kendime baktığımı farkediyorum. Gözlerim şişmiş ve kızarmış, yanaklarımda gözyaşları kurumuş. Bunu asla onların yanına bırakmayacağım. Hepsini, teker teker geberteceğim ve aslında olmaları gereken yere göndereceğim.
Mutfağın kapısında durup, içeriyi inceliyorum. Beyaz bir buzdolabı, iki sıra tezgahın arasında duruyor. Tezgahlardan birinde, turta dolu bir tabak var. Ah, annemin turtaları. O tarafa yürüyorum ve tabaktan bir turta alıyorum. Elimdeki turtaya bakarken, yanağımdan bir damla yaş süzülüyor. Miles, bunu farkediyor ve bir adımda yanıma gelip, bana sımsıkı sarılıyor.
"Ah, Lea. Sana söz veriyorum, onlara bunu yapanları bulacağım ve cezalarını çekecekler. Söz veriyorum." diyor.
Geri adım atıyorum ve turtayı tabağa bırakıyorum. "Hayır, birlikte bulacağız. Hepsi ölecek. Bir tanesini bile canlı bırakmayacağım." diyorum sinirle.
"Olmaz. Bu, tehlikeli olabilir. Seni de kaybetmek istemiyorum."
"Kes sesini, Miles. Ne kadar tehlikeli olacağı umrumda değil."
"Asıl sen kes sesini. Daha on altı yaşındasın Lea ve babam buna izin verdiğimi görseydi, berbat bir ağabey olduğumu söylerdi. Sen, benimle gelmiyorsun."
"Miles!" diye bağırıyorum. "Oraya asla yanlız gidemezsin. Ben de seninle geleceğim dedim."
"Ben de gelmeyeceksin dedim. Ayrıca, bugün yırtmış olabilirsin ama yarın okula gidiyorsun. Bak, bu zor olacak. Fakat, hayat devam ediyor. Biz de, normal hayatlarımıza ne kadar kısa sürede dönersek, bizim için o kadar iyi olur. Yarın ben orduya, sen de okula gidiyorsun. Anlaşıldı mı?"
"Ama, peki ya bunu yapanlar ne olacak?"
"Öncelikle bir araştırma yapacağım.Yeterli ipuçlarını elde ettiğimde, ordudan birkaç kişiyle birlikte Güney Amerika'ya gideceğim. Onları bulacağım ve öldüreceğim."
"Ne yani? Güneye gideceksin ve ben gelmeyeceğim, öyle mi?" diye şikayet ediyorum.
"Aynen öyle. Doğru anlamışsın. Şimdi, bir şeyler yemen gerekiyor. Benim gitmem gerek. Komutan on dakika önce aradı ve gelmemi istedi. Akşama ancak dönerim. Sende bütün günü evde geçirme. Seni seviyorum." diyor ve tek kelime daha etmeden, dış kapıya yöneliyor.
"Bende seni seviyorum." diye bağırıyorum. Başını çevirip gülümsüyor ve kapıdan çıkıp gidiyor.
Yağmurun altında, okul binasının önünde, Connor'ı bekliyorum. Onu arayıp, bugün okula gelemeyeceğimi söylediğimde, okula gitmesi gerektiğini fakat beni görmeyi çok istediğini söyledi. Evime uğrayıp uğrayamayacağını sordu. Bende ona hiç ama hiç iyi hissetmediğimi, yarın görüşebileceğimizi söyledim. Hayıflanarak telefonu kapattı. Şimdi, burada, okul binasının önünde, onu bekliyorum. Onu görmem gerekiyor. Onu görmek istiyorum. Saatime bakıyorum. Yedi buçuk. Bir iki dakika içinde geleceğini tahmin ediyorum. Ve işte. Gri gökyüzünün ve kapkara bulutların arasında o, bir güneş gibi parlıyor. Kafasını kaldırıpta beni gördüğünde, adımlarını hızlandırıyor. Sonunda yanıma varıyor ve daha tek kelime edemeden kollarımı boynuya dolayıp dudaklarına yapışıyorum. O da kollarını belime doluyor ve beni iyice kendinde çekiyor. Oracıkta, onu öperken o kadar huzurlu ve güvende hissediyorum ki, bırakmak içimden gelmiyor. Fakat bir süre sonra, dudaklarımı onunkilerden ayırıyorum ve başımı omzuna yaslıyorum. Bir kolu belimde sabitken, diğerini saçlarıma götürüyor.
"Senin ne işin var burada? Yağmurun altında ne yaptığını sanıyorsun? Hasta olacaksın." diyor sakince.
"Sadece seni görmek istedim."
"Ah, Tanrım. Evine uğrayabilirdim, buraya kadar yorulmaz ve ıslanmazdın. Neden bu kadar..." Onu yine öpüyorum. Bu sefer ilk olarak o ayrılıyor. Gözlerim yaşarıyor.
"Lütfen, sadece seni öpmeme izin ver." diye yalvarıyorum.
"Ah, tatlım. Gel de seni evine götüreyim. Gerçekten, hasta olmanı kesinlikle istemiyorum." diyor. Yapacak başka bir şeyim olmadığını anlıyorum ve itaat ediyorum. İlk adımda, tökezliyormuş gibi yapıyorum ve kollarına yığılıyorum. Dün olduğu gibi, beni kucaklamasını, eve götürmesini, sonra da öpmesini istiyorum. Sadece öpmesini.
"İyi misin Lea?" diye soruyor.
"Evet, iyiyim." diye cevap veriyorum. Beni anında kucaklıyor ve kapüşonumu başıma geçiriyor. Omzuna yaslanıyorum ve güzel yüzünün, yağmurda ıslanmasını izliyorum. Eve vardığımızda, beni indiriyor. Bende kapıyı açıyorum ve geçmesi için yana kayıyorum. İçeri girdiğinde, salona yöneliyor. Yağmurluğumu ve botlarımı çıkarıp, büyük koltukta ona katılıyorum.
"Uzanmalısın." diyor gülümseyerek.
"Seni yastık olarak kullanabilir miyim?" diye soruyorum.
"Elbette, prenses. Senin için buradayım." diyor ve uzanıp beni öpüyor. O kadar güzel ve nazik öpüyor ki, dayanamayıp onu geri itiyorum ve kucağına çıkıyorum. Kollarıyla belimi sarıyor ve beni öpmeye devam ediyor. Sonunda ayrıldığımızda, kucağından iniyorum ve gözlerine bakıyorum.
"İnan bana, seninle tanışmış olmasaydım, şu anda yatağımda ağlıyor olurdum. Hayatıma devam etmek istememin bir sebebi de sensin." diyorum ve başımı bacaklarına yerleştiriyorum. Uykuya dalmadan önce, kulağıma fısıldıyor. "Seni seviyorum."
Ben de seni seviyorum. Ve bu kadar kısa bir sürede, nasıl bu kadar çok sevebildiğimi anlayamıyorum. Asla da anlayamayacağım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şampiyon
Teen Fiction"Babam, ağabeyime sarılıyor. Elleriyle onun sırtına vuruyor ve birbirlerinden uzaklaştıklarında, gözlerinin gururla parladığını görüyorum. 'Miles, oğlum. Git o okula ve herkese kim olduğunu göster. Şampiyonum benim.' diye haykırıyor. Ağabeyim başını...