Bir saat boyunca dar koridorlardan yürümeye devam ediyoruz. Sonunda Chris duruyor ve ellerini dizlerine dayıyor. O kadar hızlı soluk alıp veriyorki telaşlanıyorum. Elimi omzuna koyuyorum ve "Bence biraz durmalıyız." diyorum. Başını çeviriyor, omzundaki elime bakıyor. Kızararak elimi geri çekiyorum ve karanlığın yanaklarımın rengini gizlemesini umuyorum.
"Belki de haklısın. On metre sonra, merdivenlere ulaşacağız. Biraz dinlensek iyi olur." diyor ve yere çöküyor. Bir süre sessiz kalıyoruz. Bu sessizliği bozan, Chris oluyor.
"Aslında seninle hiçbir farkımız yok, biliyor musun? Bende senin gibiyim. Yani, annemle babamı kaybetmiş gibi." diyor adeta fısıldayarak.
"Nasıl hissettiğini inan bana anlayamam. Ben, onların sevgisiyle büyüdüm. Senin durumun, sanırım benimkinden daha zor. Bilemiyorum. Ama evet, bu durumları birbirine benzetebiliriz." diye hak veriyorum ona.
"Eh, hala beni öldürmek istiyorsan, anlayışla karşılarım." diyor birden.
"Ha? Seni öldürmek mi?"
"Evet. Dün öyle söylemiştin, hatırlamıyor musun?"
Hatırlıyorum. Elbette hatırlıyorum. Ona, alacağım ilk canın onunki olacağını söylemiştim. Fakat bu, bana yaşadıklarını anlatmadan önceydi. Her ne kadar Güneyli olsada, bunu istememişti ve ben, onu öylece öldüremezdim. Bana, annemi ve babamı benden alan insanlardan nefret ettiğini söylemişti. Onu öldüremezdim.
"Hatırlıyorum. Ama hayır, seni öldürmek istemiyorum. Artık değil." diyorum ona bakarak.
O da bana bakıyor, aynı benim ona baktığım gibi. "Bu iyi. Çünkü seni Kuzey'e götürdüğümde, oradakiler beni zaten öldürecek." diyor hafifçe gülerek.
"Hayır." diyorum içgüdüsel olarak. "Hayır, öldürmeyecekler. Onlara senin beni kurtardığını ve eğer sana bir zarar gelirse, onları asla affetmeyeceğimi söyleyeceğim. İşe yarayacak."
"Neden böyle yapacaksın ki? Sana zarar verdim, seni o odaya kilitleyip ölmeni bekleyecektim."
"Eh, ben Güneyli değilim. Biz, o insanlardan çok farklıyız. Tahmin edebileceğinden daha farklı."
Bir süre hiçbir şey söylemiyor. Fakat sonra, elini elimin üzerine koyuyor ve kulağıma doğru eğiliyor. "Teşekkür ederim." diye fısıldıyor. Yine kızarıyorum, lanet olsun. Kafasını öbür tarafa çevirdiğinde, bende onun kulağına eğiliyorum ve "Hiç önemi yok." diye fısıldıyorum. Gülümsüyor ve elini geri çekiyor. Kollarımı kavuşturuyorum ve gözlerimi yumuyorum. Rüyamda, altın renkli gözlerini bana dikmiş, aşk dolu bir şekilde beni izleyen birini görüyorum: Connor.
Chris'in beni kolumdan tutup sarsmasıyla uyanıyorum.
"Lea, iki saattir uyuyorsun. Haydi, devam etmeliyiz." diyor kısık sesle.
Oflaya puflaya ayağa kalkıyorum ve onun peşinden gidiyorum. Henüz dengemi toplayamadan harekete geçtiğim için, başım dönüyor ve geriye doğru sendeliyorum. Chris, başını çeviriyor ve simsiyah gözleri telaşla kocaman oluyor. Hemen ileri atılıyor ve beni belimden yakalıyor.
"İyi misin sen?" diye soruyor.
Yanaklarım yanmaya başlıyor. Kollarından kurtulmaya çalışarak, "Evet." diye cevap veriyorum. Fakat başım, daha şiddetli bir şekilde dönüyor ve yere kapaklanmamak için Chris'in boynuna sarılıyorum.
"Emin değilim. Hiç iyi görünmüyorsun." diyor kollarıyla beni daha sıkı sararak. Başımı göğsüne yaslıyorum ve derin nefesler alıyorum. O sırada Chris, saçlarımı okşuyor. Midemin kasıldığını, başımın döndüğünü ve yanaklarımın ısısının arttığını hissediyorum. Diğer kolumu Chris'in beline sarıyorum ve gözlerimi kapatıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şampiyon
Teen Fiction"Babam, ağabeyime sarılıyor. Elleriyle onun sırtına vuruyor ve birbirlerinden uzaklaştıklarında, gözlerinin gururla parladığını görüyorum. 'Miles, oğlum. Git o okula ve herkese kim olduğunu göster. Şampiyonum benim.' diye haykırıyor. Ağabeyim başını...