BÖLÜM (10)

2.9K 170 104
                                    

İyi okumalar...

Ateş Demirsoy...

Hiçbir kalp acısı bu kadar davetkar olmamıştı. İlk darbeyi bu gece yemiş olsam da mutluydum. Kalbim acısa da değerdi. Onun yüzünü her saniye görebilmek için tüm acıları yüklemeye hazırdım. Sinirim, öfkem kendimeyken o adamın benim dokunamadığıma dokunması ile nefesim kesilmişti. Beynim düşünmeyi bırakmış gözlerimin önüne perde inmişti.

Sızlayan yanağıma buzun bastırılması ile dudaklarımdan ufak bir inleme kaçtı. Fiziksel acı azda olsa rahatlamamı sağlamıştı. Mazoşist gibi acı çekmekten mutlu olur olmuştum. Acı çekmek onun kapısına her daim çıkacaksa her zaman katlanırdım. Kolay olacak, mutlu olacağım demiyordum kendime.

Biliyordum. Ne kolay olacaktı ne de mutlu olacaktım. Belki köpekler gibi pişman olacaktım. Ki her zaman o pişmanlığı sol göğsümün üzerinde hissediyordum. Ne kadar acırsa acısın onun sesini tekrardan duymak, gözlerine bakmak... ne hissettiğimi anlatmaya hiçbir kelimenin gücü yetmezdi.

Sanki, onu gördüğüm an nefes almayı öğrenen bir bebek gibi çırpındı kalbim. Heyecanla, aşkla, huzurla... Bir yanım öyle bir açmazdaydı ki. Çırpınıyordum, pes etmeden, bıkmadan, yorulmadan, usanmadan çırpınıyordum. Enkaz altında kalan bir kalbin hayata tutunma çabası gibi. Bazen çok yoruluyordum mesela. Her şeye veda emek istiyorum. Her şeye, kendime bile. En acısı ne biliyor musunuz? Ben kendime bile veda ederken, ona veda edemiyordum. Yağmurlu bir günde güneşe sarılmak kadar imkansız geliyordu bazen.

İlk defa onu kaybetmiş olabileceğimi bu gece düşünüyordum. Sert rüzgar tüm acılarımı önüme sunmak için esiyordu bu gece. O rüzgarla içimde ne varsa anlatmak istiyordum gökyüzüne. Biliyordum, bir tek o dinler beni. Bir tek o duyar çırpınışlarımı. Soğuk rüzgar, bedenimi titretirken acı bir nefes çektim ciğerlerime. Yanıyordu. Hem de hiç olmadığı kadar hararetli yanıyordu yüreğim.

Ayaklarımın ucunda Paris'in eşsiz güzelliği duruyordu. Buruk bir gülümseme belirdi dudaklarımda. Paris... aşıklar şehri. Kalbim sahibini burada, aşıklar şehrinde bulmuştu. Giray denen herifi aklımın ucuna getirmek istemiyordum. Mantıklı düşünemiyordum işte o zaman. Karım dediğim kadına yaklaşamıyordum. Ben yaklaşamazken onun yaklaşması öfke bulutlarını üzerime tutuyordu.

Bu kadar kolay değildi. Nazlı'nın benden gitmesi, bu durum hiçte hoş olmuyordu. Kendimi toparlayamıyordum. Kendime engel olamıyordum. Onu bulmak için ne kadar uğraştığımı bilmiyordu. Aslında beni tanımıyordu bile. En acısı da buydu. Her hücresini ezbere bildiğim kadın beni tanımıyordu.

"Şimdi ne olacak Ateş?" omuzuma dokunan eller ile bıkkın bir nefes çektim. Ne yapacaktım? Bu sorunun cevabını biliyor muydum? Bir yanım tut elinden götür diyordu. Bir yanım ise sabretmemi telkin ediyordu yüreğime.

"Bilmiyorum." kafam karışık bir şekilde, Paris'in muazzam manzarasında düşüncelerde kayboldum. Bir acı sardı benliğimi savurdu oradan oraya her hücremi.

"Kendini bu kadar kaybedecek ne geçti orada?" dediğinde derin bir nefes aldım. Sahi neydi beni bu kadar delirten? O piçin karıma dokunan parmakları mıydı? Peki ya gözleri?

Beni delirten neydi biliyor musunuz? Hasret kaldığım o gözlere akıtamadığım sözlerdi. Kalbimin hunharca bağırdığı dudaklarımdan kayamayan sözcüklerdi. Gözlerimin anlatmak istediğini dilimin anlatamamasıydı. Beni bu kadar kolay silip atabilmesiydi. Ben suçsuzum demiyordum. En büyük suç bendeydi. Ben, benden kaçanı kovalıyordum. Nereye giderse gitsin bulacağımı bilmeden kaçan sevdayı bulmanın ümidini tanıyordum en derinimde.

"Geçmişin izleri çıldırttı belki de bu kadar beni. Nazlı'yı kaybettiğimi sanmak belki de." itiraftı değil mi? En acı itiraftı. Zamanında söyleyemediklerimizin pişmanlığını hep kalbe yüklemekti. Tüm pişmanlıkların, ufacık bir kalbe ağır geldiğini bilememekti.

AŞK'IN ATEŞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin