Part 13

356 26 43
                                    


*Hikayeyi eliştirmekten çekinmediği yorumlarıyla, iki yıllık fanfic. okuma/yazma hayatımda gördüğüm en yararlı okuyucular listesinde -öyle bir şey var mı cidden bilmiyorum- ilk beşe rahatlıkla girebilecek o nadir okuyuculardan @yelester'e ithafen

Inglewood, CA,  Ağustos 2013

Esneyip sağ kolumu yan tarafa atmamla yatakta yalnız olduğumu fark ettim. Gözlerimi kırpıştırdım, ortalık karanlıktı, daha sabah olmamıştı. Bacaklarımı yataktan sarkıtıp saçlarımı karıştırdıktan sonra sehpa üzerindeki telefonumu aldım. Saat dörttü. Etrafa kısaca bakındım. Onun yattığı tarafta en ufak bır dağınıklık yoktu. Yarın yoğun bir programım olduğu için onu beklemeden uyumuştum. Fakat gözüktüğü kadarıyla yanıma bile gelmemişti. Bu saatte neredeydi ki?

Yarım kalan uykum beni çağırıyor olsa da neden hala burada olmadığını öğrenmek istemiyor da değildim. Yastığa kısaca baktım. Yatıp uyumalıydım, beni uzun bir gün bekliyordu. Ama merakım uykuma ağır basınca kendimi ayakta buldum. Hayır, kontrol manyağı değildim, her an nerede olduğunu bilmeye ihtiyaç da duymuyordum. Sadece, uykum vardı ve beynim benim yastığıma hasret halimin aksine şu an mışıl mışıl uyumakla meşguldü. 

Yine de balkon ışığını açık görünce içimde bir rahatlama hissettim. Oradaydı. Yakınımda olduğunu bilmek bir şekilde huzur veriyordu. Güven kaynağımdı, evimdi o benim. Ait olduğum tek yerdi onun yanı. Yaşanan her şeye rağmen dönüp dolaşıp yine ona gelmem en somut kanıtıydı belki de bunun.

Balkon kapısının önüne gelince kollarımı kavuşturdum ve yan tarafa başımı yaslayıp izlemeye başladım. Ayaklarını balkonun demirlerine dayamış, elindeki kağıda bir şeyler karalıyor, ara sıra da otelin bahçesine bakıyordu. Bir süre sonra kullandığı kağıdı oflayarak yerdeki buruşturulmuş olanların arasına atınca yüzüme bir tebessüm oturdu. Yan taraftaki kâğıtlardan bir tane daha alacakken durdu ve gözlerini kıstı. Saatinin camından yansımamı görmüş olacak ki şüpheyle "Taylor," diye seslendi. Sonra da arkasına dönüp beni kısaca süzdükten sonra tek kaşını kaldırdı; "Ne yapıyorsun burada?"

Gözlerimin kapanmak için verdiği savaşa karşın yüzümü bir türlü terk etmeyen aptalca gülümseyle yanındaki koltuğa doğru geçerken dikkatlice beni izlediğini hissedebiliyordum. "Sence de, bu soruyu benim sormam daha mantıklı olmaz mı?"

"Uyku tutmadı," diye mırıldandı. "O kızın söyledikleri, aklımı olması gerekenden fazla karıştırdı..." Gözlerini kaçırmıştı. Bahsettiği muhtemelen benim bile hatırlamayacağım kadar gereksiz bir ayrıntıyken uykusundan etmesi pek de hoşuna gitmemişti sanırım.

Sol elimle başımı kaşıyıp, "Hangi kız?" diye sordum. Elindeki kağıdı da yere atıp somurtarak  "Yemekteki kız işte," deyince bir kahkaha patlattım. Yemekte bize eşlik eden kızı söylüyordu. Otelin restaurantının kapısında karşılaşmıştık, bizimle yemek istemişti. Öyle bakıyordu ki kızcağız, Jake'in bütün itirazlarını duymamazlıktan gelmeye çalışarak mecburen kabul etmiştim. O da haklıydı, ödül töreni bahanesiyle biraz kendimize vakit ayırmak için özellikle birkaç gün erken gelmiştik ama bir kere olsun baş başa bir yemek bile yiyememiştik. Ama şöyle de bir gerçek vardı... hayranlarımı geri çeviremezdim ki ben! 

Ama işin dinmek bilmeyen kahkalarıma sebep olan kısmı; otelin müşterileri tarafından hazırlanmış, amacı muhtemelen yokluğunda paparazzilerileri aratmamak olan, bu planın buradaki üçüncü gecemize düşen kısmının bu kıza ait olmasıyla Jake'in ona duyduğu antipati değil; bunu birkaç yüz katına çıkaran çenesinden fırsat bulduğu her an şikayet etmesine karşın, şu an karşımda yine onun sözleri yüzünden kıvranıyor olmasıydı. Hayır, ciddiyim, annesi çağırmasa sabaha kadar konuşabilirdi herhalde. Ve daha da komik tarafı, Jake'in 'ilkel insanların doğal olaylara cevap ararken oluşturdukları eski dönem Brezilya dizileri' diyerek pek de ciddiye almadığını rahatlıkla belli ettiği Yunan Mitolojisini ve buna benzer hikaye tarzı şeyleri kızın bütün konuşmalarının ana konusu haline getirmesi, ayrıca bir şekilde her şeyi ona bağlamasıydı. On beş-on altı yaşlarındaydı zaten, sevdiği bir şeye böyle takıntılı bir şekilde bağlanması o kadar da anlamsız değildi, ama gel de bunu benim sevgilime anlat. Onun için hayattaki her şeyin bir mantığı vardır; ha eğer yoksa da bu ilgilenmeye değecek bir şey değildir, tamamen gereksizdir. Bu konular da onun için ikinci gruba giriyordu. Eh, durum da böyle olunca yemek boyunca sıkıntıdan patlamış, gelip geçip bana söylenmişti. Ve bu sırada iki tarafı da memnun etmeye çalışan kim oluyordu? Doğru tahmin, arkadaşlar. Ben. İki ateş arasında kalan zavallı ben.

Don't Let Me Forget || Taylor SwiftHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin