Gri bir sonsuza savrulan soğuk bir bedendim artık. Hissetmiyordum parmaklarımın ucundaki duygularımı. Beyaz bir ışık gözlerimi alıyor olsa da o ışığın sonundaki ses bedenimin hareket etmesine sebep oluyordu. Kerem...Benim tek dostum olan kerem...Bana olan aşkından kendisinin hayatına son veren kerem...
Ya ona gidip sonsuz olacaktım. Ya da altın sarısı saçları olan yabancının kollarında can bulacaktım...
Ölmek miydi yoksa yaşamak mıydı beni ben yapacak olan..?
Tan
Sonbaharda bir yaprağın dalından ayrılıp yere savrulması gibi izlemiştim sevdiğim kadının bedeninin savruluşunu. Haykırmıştım adını. Adıyla beraber o anki acımı ve duygularımı. Güneş'in sıcaklığı ve ışığı kaybolursa dünya buz keserdi. Karanlığa gömülürdü. Dünya Güneş'in yokluğunu kaldırmazdı. Bende kaldıramazdım.
"Güneş yalvarırım"
Diye sayıklayıp duruyordum sedyenin başında. O an ambulansa nasıl bindik hiçbir şekilde hatırlamıyordum. O an ne sesler ne de mekan vardı. O an ben ve Güneş'in kanlı bedeni vardı. Teni bembeyaz olmuştu. Elini tuttum. Soğuktu. Ölüm gibi. Ama ölmezdi o. Beni bırakmazdı. Hiç bırakmamıştı şimdi de bırakmazdı.
Hastahaneye geldiğimizde Güneş'i ameliyathaneye aldılar. Ameliyata kuzeni girdi. Bende ailesine haber verdim. Hastahane koltuklarında beklemek zordur. Duvarlar feryada ve acıya şahit olur. Duvara bakmak ve oturmak bile bir yakarıştır.
Böyle gidilmez. Şimdi gidilmez. Güneş'in kalbi benimkinden önce duramaz.
İçimdeki acı katrana dönüşüp boğazıma tırmandı ve beni boğmaya başladı. Hastahane'nin terasına çıktım. Yağmur yağmaya başlamıştı. Başımı gökyüzüne çevirdim ve yağmur damlalarının yüzümü ıslatmasına izin verdim. Yağmur damlalarına tuzlu göz yaşımda eşlik etti. Gök gürültüsüne bağırışlarım.
Aşağıya koltuğa geri döndüğümde Güneş'in anne ve babasının gelmiş olduğunu gördüm. Annesi ağlıyor babasıda annesine destek oluyordu. Karşılarına çıktım. Beni fark ettiklerinde yüzüme baktılar.
"Bir haber var mı?"
"Bekliyoruz"
Köşeye oturup bacaklarımı karnıma çektim ve kollarımı bacaklarıma dolayıp başımı yasladım. Onu böyle bekleyecektim. Gözümü bir kez bile kırpmadan. O geldiğinde kalp atışlarını dinleyerek uyuyacaktım.
Saatler birbirini , sessizlik sesleri kovaladı. Ne bir kuş kanat çırptı ne bir rüzgar esti. Kainat sustu ,yağmur durdu.
Doktor ameliyathaneden çıkınca yerimden fırlayıp doktorun karşısına geçtim. Güneş'in annesi benden önce davranıp kızının durmunu sormuştu.
"Kızım nasıl doktor bey?"
Doktor yüzünde gülümseme ile cevapladı feryat dolu soruyu.
"Merak etmeyin hanımefendi. Kızınızın durumu iyi. Ameliyat başarılı geçti. Sol kolu ve sağ bacağında kırıklar var. Bu yüzden alçıya aldık ama 1 ay içinde düzelir. Geçmiş olsun"
Doktor yanımızdan ayrıldığında gülümsemiştim. İşte şimdi...şimdi güneş yeniden doğmuştu...
Güneş'ten
Üzerimdeki beyaz uçuş uçuş olan elbisemle sisli bir yerde yürürken koluma bacağıma atılan taşlardan kaçmaya çalışıyordum. Canımı yakıyorlardı. Biraz daha çabaladıktan sonra iki kuş omuzlarımdan tutup beni göğe taşıdılar. O sırada inceden inceden gitar sesi duyuyordum. Kuşlar beni bıraktığında boşluğa savrulmuştum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
TAN YERİ
Fiksi UmumTAN YERİ AĞARIRKEN SENİ BURDA GÖRMEK İSTİYORUM...TAM BURDA Seni gördüğüm anda başladı hikayem. Vücudumda dolaşan kanser hücresi gibi sardın içimi. Önce yayıldın sonra öldürdün... Kahve fincanından tüten dumanın kokusu gibi yayıldı kokun saçlarından...