5. Bölüm: Gizemli Kurye

159K 9.6K 1.6K
                                    


ALPER EGE DEMİRCİOĞLU¸.

Mekânın çıkışında hayranlar ve muhabir ekipleri bizi bekliyordu. Muhabirlerle herhangi bir sohbete girmeden hayranlarla kucaklaştık ve onlarla güzelce ilgilendik. Albümler, tişörtler ve daha bir sürü şeyin üstüne imzamızı attık, onlarca poz verdik.

Gözyaşlarına boğulmuş duygusal, küçük bir kızın gözyaşlarını silip bilekliklerimden birini ona hediye ettim. Yanında duran annesine yaşının mekâna girmesi için yeterli olmadığını söylemeyi de ihmal etmedim. Her anı kayda alıp sonrasında paylaşacaklarını bildiğimden eleştirilecek bir şeyler vermek istemiyordum.

Yanında annesi olan küçük bir çocuğu bazen annesinden daha çok düşünüyormuşum gibi davranmam gerekiyordu. Kimse o çocuğun benim olmadığıyla ya da bir çocuğun iyiliğini en çok annesinin gözeteceğiyle ilgilenmiyordu.

Ortak bir arkadaşımızın mekân açılışına gelmiştik, normalde bir yere gittiğimizde bunu gizlerdik fakat mekânın reklamını yapmak için bu kez haber vermiştik. Daha doğrusu haber vermemiş, bulmalarını sağlamıştık. En azından diğerleri sağlamıştı, sosyal medyayla pek aram yoktu. Fotoğraf veya başka bir şey paylaşmazdım. Çocukların mekâna yakın birkaç yerde fotoğraf paylaşması, arkadaşımızı takip etmeleri ve mekân açılışıyla ilgili gönderilerini beğenmeleri yeterli olmuştu. Biz mekâna girmeden mekânı bulmuşlar ve orada beklemeye başlamışlardı.

Evime gelip, kıyafetlerimi çıkarmadan yatağa yığıldığımda hissettiğim yorgunluk yüzünden birkaç dakika içinde uykuya daldım. Uzun zamandan sonra ilk kez gece birkaç saat uyuyabilmiştim. Sık sık uyanmış sonra da kendimi tekrar uyumaya zorlamıştım ki bunun sebebi kendime bir günlük izin vermemdi. Bir günlüğüne sabah saatlerinde ayakta olsam Emir'in iddia ettiği gibi dünyanın sonu gelmezdi.

Sabah saat yedide gözlerimi bir kez daha açtığımda ayağa kalkmayı planlıyordum fakat bedenim buna razı gelmedi. "Sen gündüz adamı değilsin oğlum." dedi ve hak verdim. Gece uyumuş da olsam öğleden sonra uyanacağım beklentisiyle tekrar uykuya daldım.

Bütün bir günümü uyuyarak geçirsem asıl dünyanın sonu gelmezdi.

Maalesef işler istediğim gibi olmadı.

Uyuyalı çok olmamıştı ki zil çaldı. İlk başta uyumaya devam ettim ama kapıdaki kimse ısrarla kapıya da vurmaya başladı. Grup evinde değil kendi evimdeydim ve kapıyı benden başka açacak kimse yoktu. Homurdanarak yatakta doğruldum, gözlerimi ovup kuruyan boğazımı ıslatmak için komodinin üzerindeki sürahiyi elime aldım. Bardak kim bilir neredeydi. Sürahiyi kafaya diktim, fazla hızlı davrandığımdan suyu üstüme ve yatağa döktüm.

Bir gün en fazla bu kadar kötü başlayabilirdi.

Kazağı yakalarından tutup çıkardım ve hâlâ vurulmaya devam eden kapıya küfredip, kaşlarımı çatarak ayağa kalktım. "Bir kez daha kapıya vurursan..." diye bağırdığımda kapıdaki akıllılık edip vurmayı bıraktı. Psikopat bir şekilde gülümseyip kapıyı araladım.

Tamamen siyahlara bürünmüş, başına taktığı şapka sayesinde saçlarını, gözlükleri ve atkısı sayesinde yüzünü gizleyen; uzun, gerçekten çok uzun bir kadın, elinde bir paketle bekliyordu. Başını kaldırmadan hasta gibi çıkan sesiyle "Ege Demir?" diye fısıldadı.

Kapının pervazına omzumu yaslayıp kollarımı göğsümde bağladım ve onu dikkatle inceledim. Elindeki pakete bakarak onun bir kurye olduğunu söyleyebilirdim ama kuryeler ne zamandan beri yüzlerini gizleyip siyahlar içinde teslimat yapıyordu? Dahası grup üyelerine gönderilen paketler evlerimizdeki güvenlikler tarafından bizzat verilirdi. Yıllardır bir kuryeyle karşılaşmamıştım. Güvenlik ekibi paketleri alıp inceler, bir tehlike olmadığını anlayınca da bize verirdi. Bu kurye nasıl güvenlikten geçmeyi başarmıştı?

"Ege Demir!" Kadın yüksek sesle tekrar adımı söyledi, sesi şimdi daha iyi geliyordu ama hâlâ hasta gibiydi. "Benim," diye mırıldandım uykulu sesimle. Paketi bana uzattı. "Bu sizin." dedi aksi bir şekilde. Neden sinirlendiğini anlayamadan, kollarımı çözüp paketi tuttum.

Parmaklarımız birbirine değdi, başımı eğip ellerimize baktım. Uzun parmaklarının uçları benimkilere değiyordu ve parmakları eklem yerlerinden hafifçe kıvrılmıştı. Sanki parmaklarıma dolanmak istiyor gibilerdi. Elleri normalde olandan farklı olarak büyüktü, yine de benim ellerimin yanında küçücük kalıyorlardı. Enstrüman çalmak için çok uygun duruyorlardı.

Elimi biraz daha ileri itip parmaklarımızın daha fazla temas etmesini sağladığımda baştan ayağa titredi, yutkundum.

Güzel hissettiriyordu.

"Enstrüman çalıyor musun?" Konuşmam büyüyü bozdu, sıçrayarak kendine geldi ve elini hızla çekti. Paket ikimizin arasında yere düştüğünde almak için dizlerimi kırıp eğildim, ben eğilirken o arkasını dönüp hızlıca yürümeye başladı. "Hey!" diye seslendim doğrulurken. Bana dönmeden durup söyleyeceklerimi dinleyeceğini gösterdi. "İmzalayacağım bir şey yok mu ya da kod söylemeyecek miyim?" Sanırım doğru soruyu sormadım çünkü öfkeyle ağzının içinde bir şeyler gevelediğini duydum ve yürümeye devam etti. Çıkış kapısına giden merdivenden inmeden önce ilk defa kafasını kaldırıp bana baktı. Gözlüklerinin ardındaki gözlerinin gözlerime baktığını hissedip tek kaşımı kaldırdım.

"Hayvan oğlu hayvan!" diye bağırdı ağzımı şaşkınlıkla açmamı sağlayarak. Sesi artık hasta gibi gelmiyordu fakat ağzını kapatan atkı yüzünden hâlâ farklıydı. Birkaç basamaktan hızla inip, gözden kaybolmadan önce beni hayrette bırakan bir şeyler söyledi: "Her kapı çalanı müşterisini bekleyen biri gibi yarı çıplak mı karşılıyorsun?"

Birkaç anlamsız kelime söyleyip peşinden gitmek için bir adım attım, kapının önündeki tümseğe takılıp yere yapıştım. Bir elimi yere bastırıp, burnumun kırılmasını son anda engelleyerek artık boş olan koridora baktım.

O kadın bana ne demişti?


BATERİSTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin