8.Bölüm (Hisler)

381 70 51
                                    

Sıktığı elime odaklanarak gözlerimi gözlerine diktim ve soğukkanlılığımı korumaya çalışarak "Neden bahsediyorsun? diye sordum.

"Erza." Sesi yine kulaklarıma doyumsuz bir ton gibi gelmişti. "Gerçekten bilmiyor musun?" Yutkundum ve gözlerimi kaçırdım. "Gerçekten ama gerçekten bilmiyor musun?"

Cevap vermedim ama bir eli saçlarıma dokununca gözlerine bakmıştım heyecanla. O da sadece gülümsemişti sanki benim heyecanımı bilip sakinleşmemi bekliyormuş gibi.

"Sensin." Dedi omuz silkerek. "Senden başkası olamaz." Kalbimde havai fişekler patlıyor olmalı aksi takdirde bu kadar şiddetli atmasının bir açıklaması olamaz.

"Hayatımın sonuna kadar birlikte olacağım kişiyi öğrenmek için kahin olmama gerek yok sana baktığımda zaten görebiliyorum." Bir kaç saniye önce utanarak önüme eğdiğim kafamı kaldırdım ve doğrudan gözlerine baktım. Ciddiydi ve hiçbir şekilde tereddütü yoktu.

"Tabii, bu sadece bana bağlı bir şey değil." Dedi gergin bir gülümsemeyle. "Kendi kendime senin geleceğin hakkında karar veremem, ileri gittiysem çok özür dilerim, ben sadece söylemek istemiştim çünkü içimde kalsaydı çok kötü hissederdim, sana her baktığımda birlikte olduğumuz bir gelecek hayal ediyor olmak..." Elimi yanağına koyduğumda şaşkınlıktan donup kalmıştı.

Hafif bir gülümsemeyle "Kelimelerle aram iyi değildir." dedim dudaklarına yaklaşırken. "Ama umarım bu sana yeterli bir cevap olur." Gözlerimi kapadım ve onun şaşkın dudaklara kendiminkileri bastırdım.

Bu saatten sonra ne olacağı umrumda değildi arık ikimiz için. Sonu nasıl biterse bitsin pişman olmayacaktım. Hayatımda ilk defa gerçekten mutluydum ve bunu bozmaya niyetim yoktu.

Beni belimden tutup kendine daha fazla çektiğinde kızarmış dudaklarımın daha da kızaracağını bildiğim halde onu öpmeye devam ettim çünkü bunu istiyordum ve geri adım atmayacaktım.

Elimle yanağını okşarken kısa süreli nefes alışverişlerimiz arasında bir anlığına göz göze gelmiştik ve bu ikimizinde gülmesine neden olmuştu utangaçca.

Alınlarımızı birleştirdi ve bir süre sessizce öyle kaldık. "Sana hayrandım, Scarlet." dedi gözlerini açmadan. "Krallığın en cesur kadın savaşçısına hayrandım. Seni her gördüğümde içimde bir konuşma isteği olurdu ama hiçbir zaman cesaretim olmazdı."

Alınlarımızı uzaklaştırdığımızda gülerek "Bir de bana sor." dedim. "Mystogan ile tanışacağımı söyleselerdi düşüp bayılırdım ama şimdi..." Aynı anda cümlemi tamamlamıştık. "Onunla öpüştüm/öpüştün."

Küçük bir kahkaha atmamızdan sonra "Senden sır sakladığım için üzgünüm ama bizde emirlerin ne kadar önemli olduğunu biliyorsun, elimde olan bir şey değildi." demişti tekrar gözlerini kaçırarak.

"En azından bir kısmını açıkayamaz mısın?" Elini tutup sıkmıştım. "En azından bir kısmını. Üstelik Wendy'nin anne ve babasının iyi olduğunu bilmeye ihtiyacı var, Kraliçe Anna nasıl?"

"Gayet iyi, toplantılarda her zaman olduğu gibi kralın yanıbaşında oturuyor ama bunu Wendy'e söylemek için erken, biraz daha dayanması gerekiyor."

Bıkkınlıkla iç çekip "Madem öyle diyorsun, öyle olsun." Dedim. "Erza..." Demişti kızdığımı düşünerek. "Bunu sana güvendiğim için söylüyorum dedim, sitem etmiyordum."

"Ülkemiz ölüyor Erza, aslında bu savaş çıkmadan çok daha önce ölmeye mahkumdu ama kimseyi endişelendirmemek için gizli tutmaya çalıştık, toprak verimliliğimiz azaldı ve artık ekin ekeceğimiz alanlar sınırlı, madenlerimiz nerdeyse tükendi hem de doğal olmayan sebeplerle ve ben...

Sesi titremişti, donup kalmıştı kelimeler boğazında düğümlenmiş gibi. Elimle yüzünü okşarken "Ve sen ne?" dedim ona güven vermeye çalışarak"

"Ve ben bir kehanet de bulundum, korkunçtu. Hem de gerçekten korkunç..."

Jellal kendini toparlamaya çalışırken arkadan gelen Romeo'nun sesi alay niteliğindeydi. "Erza-san ve Jellal-san bir çardağın altın oturmuş, ö-pü-şü-yor-lar!"

Kızararak kafamı Jellal'in göğsüne gömdüğümde Wendy'nin "Gerçekten bakmadık." diyen teleşlı sesi çalınmıştı kulaklarıma. "Görür görmez içeri geri girdik."

Gülmüştü Romeo "Bu sefer sizi bölmek istemedik çünkü bu iş için bayağı bir geç kaldınız." Wendy "Romeo!" demişti benim utanmama karşılık.

"Ne var?! Normal insanlar çoktan çoluk çocuğa karışırdı, bunlar daha yeni birbirlerine açılıyorlar." Kafamı kaldırdığımda Romeo'nun elini beline koyup kafasını yana çevirirken "Tsch."ladığını gördüm. "Çok yavaşsın, Jellal-san."

Jellal'in hala belimden çekmediği elini düşünerek gülümsedim. Küçük dokunuşu bana fazlasıyla güç veriyordu.

"Yeterince eğlendiyseniz, sizin için şov bitti." Eliyle kapıyı gösterdi. "Hadi içeri, hadi. Rüzgar çıktı zaten biz de birazdan geliriz."

Tekrar gülerek "Arkadaki dağa Wendy ile çilek toplamaya gitmemizi ister misin?" diye sordu. "Evi sonra toplamanız şartıyla."

Ben pancar olmaya yüz tutarken Jellal sadece hafifçe gülüp "Cezalısın, Romeo." demişti. "Önce yemeği yapıyorsun, sonra da temizliği."

"Çok kötüsün! İyice ev hanımı oldum burda, arada bir kılıç talimi yapalım en azından, sıkıntıdan ölüyorum."

"Meşgul olduğumu biliyorsun." Elimi kaldırarak "O zaman ben yardımcı olurum." dedim. Sonra da gözümü kıstım ona bakarken. "Tabii etrafta büyüklerinle alay etmeyi bırakıp cezanı yerine getirirsen."

Parmağını Jellal'e doğrultup "Dudaklarına ilaç falan mı sürdün sen?" diye sordu. "Erza-san'ın içindeki ceza verici anneyi uyandırmışsın."

"Kimsenin bir şeyi uyandırdığı yok ama sen konuşmaya devam edersen elinde gerçek bir kılıç olan Erza'yı uyandıracaksın." Beni işaret edip "Hiç tavsiye etmem." demişti Jellal.

Sonunda Romeo da dern bir nefes alıp içeri girerken "İyi madem." dedi. "Birdiniz iki oldunuz, alıp başımı gideceğim buralardan."

"Keşke ergenliğe girdiğini daha erken fark etseydim, kusura bakma Romeo." Utanarak "Öyle değil!" dedikten sonra biz gülünce pes edip içeri girmişti. Wendy'de tabii ki peşinden gitmişti ona yardım ederek bir şeyler öğrenmek için.

Onlar gider gitmez Jellal'in suratının düştüğünü fark etmemek aptallık olurdu. Sırtına elimi koyarken "Neyin var?" diye sordum.

"Sanırım sadece bitsin istemiyorum." Dedi. "Biliyorsun büyük görev başladığında ikimiz de artık onlarla ilgilenemeyecek kadar meşgul olacağız ya da birbirimizle, bittiğindeyse..." Yutkundu. "Bu anları geri almamız çok zor olacak, kazansak da kaybetsek de."

"Çünkü biz savaşçıyız." Dedim onu anladığımı belirtmek için. "Sen bir göreve gidip aylarca gelmeyeceksin belki ve ben de Wendy nereye giderse oraya sürükleneceğim..."

Benim de surat astığımı görünce kafasını kaldırıp "Olumsuz düşünmen için söylemiyorum, seni üzmek istememiştim." dedi. "Sadece burdaki anlarımızın tadını çıkarmak istiyorum."

Elimi tuttu. "Romeo'nun fikri güzeldi, öyle değil mi?" Kekeleyerek "Ne- Ne diyorsun yani?" diye sordum aklıma evde başbaşa kalma ihtimalimiz geldiğinde.

Bu tepkime hafifçe gülüp "Dağa gidip çilek toplamayı diyorum, lütfen yanlış anlama." demişti. Bu beni daha da utandırdığı için "Tabii! Tabii! Ben de onu kastetmiştim..." derken kafamı önüne eğmiştim.

Başıma bir öpücük bırakıp "İstiyorsan yanlış da anlayabilirsin tabii." dedi ben gözlerimi ona dikerken. "Nasıl olsa artık tamamen seninim."

Ölüm Şehri : SavaşçıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin