"Ağlama! Beni duydun mu?! Sana sakın ağlama dedim!" Kollarımı sıkan kızıl saçlı kadın benden etraftaki kanı ve alevleri görmezden gelmemi isteyince daha çok korkmuştum.
"Ağlama diyorum lanet olası velet!" Bir daha bağırdı ama bu kez beni kolumdan tutup sürükleyerek. Kaşları hep çatıktı ve etrafa korkuyla bakıyordu, sanki her an biri onu alıp giyotine götürecekmiş gibiydi telaşı ve iliklerine işlemiş olan korkusu.
Beni boş bulduğu bir ambarın içine sertçe attıktan sonra "Burda kal!" diye bağırmıştı. "Sende benimle kalacak mısın?" Çocuk aklıyla sorduğum bu anlamsız soru acı bir gülümsemeyle ve "Saçmalama." cümlesiyle kırılmıştı.
"Ben burdan gidiyorum, aklı olan her insan gibi kaçıyorum." Pencereye doğru baktığımda dışarıdaki yangının ve kanın arttığını görmüştüm, kulaklarımı kapatıp hiçbir şey duymak istemediğim o sırada kızıl saçlı kadın duymaktan en çok korktuğum o sözleri söyleyerek "Sen beni yavaşlatırsın." demişti hiç acımadan.
"O yüzden başının çaresine bakmak zorundasın." Ağlamaya başladım istemsizce, dayanamamıştım işte, dökülüyordu gözyaşlarım ve onları geride tutmak için yapılabilecek hiçbir şey gelmiyordu aklıma.
Tekrar "Sana ağlama dedim!" diye bağırmıştı geriye doğru sinmeme neden olarak, ondan korkuyordum ama daha çok korktuğum bir şey varsa o da bu cehennemde yalnız kalmaktı.
O yüzden gurumu hiçe sayıp ayaklarına yapışmıştım, ne de olsa çocukların gururu olmazdı çoğu zaman. "Ama korkuyorum." Ağlayarak söylediğim bu sözler beni ittiren kadının "O zaman güçlü ol!" demesiyle zihnimde farklı bir anlam kazanmıştı.
Yine de yere düştüğüm için ağlamaya devam etmiştim bu cümleye aldırmadan. "Ama ben nasıl..." Hıçkırıklarım artınca telaşla yanıma gelip eliyle ağzımı kapatmıştı o korku dolu gözleriyle bana dehşet saçarken. "Umrumda bile değil!"
Canım yanıyordu ama bir şey yapacak cesaretim yoktu asla. "Sana ne olduğu veya ne yapacağın umrumda bile değil!" Ellerini ağzımdan çektikten sonra "Kendi başının çaresine bak." demişti kulaklarımı delecek sertlikteki bir ses tonuyla. "Çünkü ben öyle yapacağım."
Sonra da hiç düşünmeden kapıya doğru koşmuştu, bende peşinden koşmaya başlamıştım ama suratıma kapanan ambar kapısıyla yere düşmüştüm tekrar. İçerisi çok karanlıktı ve dışarıdan gelen sesler çok korkunçtu, çığlıklar sanki onları atan insanlar hemen yanımdaymış gibi canlı ve acı doluydu.
Kulaklarımı kapattım yere çöküp ağlamamak için dudaklarımı ısırırken, korkuyordum, hemde çok korkuyordum, hayatım boyunca bu kadar korkamam sanıyordum taki o ambarın kapısı yavaşça açılana kadar.
"Hayır! Hayır lütfen gelme!" Yerimden sıçradığımda yanımda uzanan Jellal de sıçramıştı yerinden. Koluma dokunup "Sen iyi misin?" diye sorduğunda irkilerek elinin küçük dokunuşundan kaçmak için kolumu geri çekmiştim istemsizce.
Kendime gelmek için bir süre sessiz kalmıştım kafamı yatak bazasına doğru arkaya yaslayarak, Jellal ile yaptığımız konuşma eski anılarımı tetikleyip kabus görmeme neden olmuş olmalıydı.
Bekledim, sakinleşene kadar bekledim, sonrasında endişeyle beni izleyen Jellal'e bakıp "Biliyor musun?" diye sorarak girdim lafa. "Güçlü olunca artık hiçbir şeyden korkmayacağımı sanıyordum."
Beni dikkatle dinlerken az önceki tepkimden dolayı yanlış bir hareket yapmaya çekiniyor gibiydi. "Ama her geçen gün korkularım artıyor." Omuz silkip "Yeterince güçlü mü değilim yoksa ne kadar güçlü olursam olayım korkmaya devam mı edeceğim bilmiyorum ve bu..."
Acıyla gülümseyip "Bu düşüncenin ikilemi bile beni ölümüne korkutuyor." dedim gözlerimi onun ilgili bakışlarına dikerek. Saçlarıma uzanan eli kararsız kalıp geri çekilmişti. "Sen güçlüsün Erza."
Sıcacık bir gülümseme bahşetmişti bana içimdeki korkuları tek seferde eritmek istercesine. "Güçlü olan birinin hiçbir şeyden korkmayacağı sadece insanın kendini kandırmak için uydurduğu bir masaldan ibaret."
Anlayışlı gözlerinde kaybolup gitmek istiyordum adeta, endişelerimi söküp atan bu sesin daha fazla bir şey söylemesine gerek yoktu, ondan gelen tek bir açıklama bile yeterdi benim huzuru bulmama.
"Güçlü insanlarda korkarlar, hatta bana sorarsan insan güçlendikçe korkacak daha fazla şeyi olur çünkü öylece tek seferde, acı çekmeden, kayıp yaşamadan, duygularına yenik düşmeden güçlenemez kimse."
Daha fazla konuşmasına izin vermeden ona sıkıca sarıldığımda hareketsiz kalan kolları çekingence belimi bulmuştu. "Teşekkür ederim." Diye mırıldandım tüm içtenliğimle. "Gerçekten teşekkür ederim."
Kollarımı ondan ayırıp yüzüme bakarken "Aptal mısın sen?" diye sormuştu iç çekerek. "Teşekkür etmene gerek yok, bunu cidden hala öğrenemedin mi?"
Bu cümlesine cevap vermek yerine dudaklarına odaklanmıştı gözlerim, dün gece fazla yorgun olduğumuz için ikimiz de hiçbir şey düşünmeden yattığımız gibi uyumuştuk ama şimdi aklıma gelen düşüncelerden kendimi bir türlü sıyıramıyordum.
Yutkunmuştu, boğazındaki hareketlilik onunda bir şeyler hissettiğini düşünmeme neden olunca dudaklarıyla buluşturmuştum dudaklarımı.
Bana huzur ve güven veren tek ten onun teni olmuştu şu zamana kadar. Saçlarımda dolanan yumuşak elleri heyecandan titrememe neden olmuştu adeta.
Onun bu kibar ve çekingen dokunuşlarına karşı tebessüm edip "Çok tatlı bir centilmensiniz." diye mırıldanmıştım. Bir şey söylemeden dudaklarını boynuma doğru indirirken "Seni incitmekten korkuyorum." demişti.
Hızlanan nefes alışverişlerimin arasında "Haklıymışsın." demiştim. "Senin gibi güçlü bir adam bile bir şeylerden korkuyorsa..." Küçük bir inleme kaçmıştı ağzımdan. "O zaman gerçekten korkmak normal bir şey olmalı."
Öpücüklerini kesip yavaşça altına uzanmamı sağlarken "Benim tüm korkularım seninle ilgili Erza." demişti. Yüzüme dokunmuştu elleri hafifçe. "Bunun..." Diye mırıldandı gözlerini gözlerimden ayırmadan. "Bitmesinden o kadar çok korkuyorum ki bu beni deli ediyor."
"Fazla naifsin." Güldüm. "Bu yumuşaklığın bir gün seni öldürtebilir biliyorsun değil mi?" Omuz silkip "Dert etmiyorum." demişti. "Senin elinden gelecek olan ölüme razıyım."
Utanarak kafamı yana doğru çevirdiğimde boynuma yönelmişti dudakları bu anı bekliyormuş gibi, az önceki ikazımdan dolayı olsa gerek bu sefer pek de kibar sayılmazdı doğrusu.
Ellerimi boynundan çekip üzerindeki bol gömleğe attığımda gözlerimiz buluşmuştı kısa bir anlığına, kafamı sallamıştım dışından soramadığı 'emin misin' sorusuna cevap olarak.
Bu hareketimden sonra kollarını kaldırıp üstündekini çıkarmama izin verdiğinde bende doğrulup elimi o huzur veren çıplak göğsüne koymuştum. Kalp atışlarını elimde hissetmek güldürmüştü beni.
"Sanki patlayacakmış gibisin." Dediğimde yanağıma bir öpücük bırakıp ordan kulağıma doğru "Hayır." diye fısıldamıştı. "Onun daha zamanı var."
Neden bahsettiğini çok geç anladığım için gülümsemem yavaşça silinirken yüzüme akın eden kızarıklık bu sefer onu güldürmüştü.
Parmağıyla saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra "Kırmızının en hırçın tonusun dedi." alnıma dudaklarını bastırarak. "Ve ben bu tonu her şeyden çok seviyorum."
İçimde kopan fırtınaları açıklayacak hiçbir cümle gelmiyordu aklıma, donup kalmıştım adeta mutluluk denilen o ulaşılmaz duygunun bedenime girdiğini fark ettiğim anda.
Jellal ise elini kalbime doğru koyup "Sanırım sende benden pek farklı durumda değilsin." demişti hafif bir tebessümle. "Heyecanlı mısınız Bayan Scarlet?"
Kontrolün elimden kayıp gittiğini fark edince yine esiri olmuştum korkularımın ve buna izin vermemek adına önce gülümseyip sonra sert bir hamleyle onun arkaya doğru yatmasını sağladıktan sonra "Senin kadar olmasa da...." demiştim bu güzel adamın boynuna bir öpücük bırakmak için üzerine eğilirken. "Evet, heyecanlıyım."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm Şehri : Savaşçı
FanfictionSavaş patlak verip saraya kadar ilerlediğinde Prenses Wendy'i korumakla görevli olan kadın savaşçı Erza Scarlet'in onu korumak için kaçmaktan başka çaresi kalmamıştı. Prensesi güvenli bir yere götürdükten sonra en büyük amacı ona hakkı olan tahtı ve...