“Testi geçmiş olmalısın, kapıyı açabildiğine göre.”
“NE HALTTAN BAHSEDİYORSUN?!”
“Kampımıza hoş geldin Olivia Sky.” Ares önünde selam vererek gülümsüyordu. Kendini ait olmadığı bir masalının içerisine hapsolmuş gibi hissediyordu. Üstelik masalın hangi masal olduğunu da bilmiyordu.
“Bana bak-“ çocuğun yakasına yapıştığı gibi yan tarafındaki ağacın gövdesine yapıştırdı. Ufak ve minyon tipli olabilirdi ama güçlüydü. Aslına bakarsanız, Ares istese kolaylıkla Olivia’nın bunu yapmasına engel olabilirdi fakat yapmamıştı. “Bana hemen neler olduğunu açıklıyorsun!”
“Sakin ol sert kız. Ellerini çekersen,” Olivia’nın yakasındaki elleri nazikçe tuttu ve çekti. Üstünü silkeledi, ardından sözüne devam etti. “Nereden başlamamı istersin?”
“Reyes nerede?”
“Endişelenme, o görevini yaptı, muhtemelen şimdi sonsuzluğa karışmıştır.” Olivia, Ares konuştukça artık hiçbir şeyi anlamayan ve anlamayı uzun süre önce bırakmış boş gözlerle ona bakıyordu. “O bir refakatçiydi,” diye devam etti Ares. “Senin testin son aşamasından, yani tünelden, geçmeni sağlayan kişiydi.”
Olivia’nın kulakları uğuldamaya başlamıştı, sesler çok uzaktan geliyor gibiydi. Sadece evden kaçan on beş yaşındaki genç bir kızdı. Tüm bunlar onun için fazlaydı.
İstemsizce ağzı açılırken bunları düşünüyordu. Ares onun omuzlarından tutarak en yakındaki kayanın üzerine oturması için götürdü.
Sonra karşısına geçip sanki konuşmasını yeni öğrenen birisine anlatıyormuş gibi kelimelere tane tane vurgu yaparak konuştu. “Açıklamaya devam etmemi istiyor musun?”
Olivia, yeşil gözlerini çimenliğin üzerinde sakince yuvasına ulaşmaya çalışan karıncanın üzerinden ayırıp Ares’inkilere dikti. Biraz toparlandı, tüm bunlar şaka değilse, ışık oyunu falan da değilse –eğer öyleyse fena rezil olmuştu- o halde açıklamasını bekliyordu.
Ares açıklamasına ta olayların en başından başlamaya karar verdi (en başından derken gerçekten en başından itibaren başladı). “Her şey insanlık tarihinden önce başladı. O zamanlar yer yüzü saftı, el değmemişti, bakireydi. Her gün vaktinde doğar, vaktinde batar, doğa düzene sadık kalırdı. Kuraklık elbette ki yoktu, her yere bolluk ve bereket hakimdi, yaşayan canlılar da bundan faydalanıyorlardı tabii.
Kötülüğün ezelden beridir karanlıktan çıkıp yüzünü göstermeyen tohumları toparlanmaya başladılar. İlk önce küçük gruplar oluşturdular, ardından çoğaldılar ve sonrasında ise sonsuzluğun koruyucusuna, tabiata karşı birleşerek savaş ilan ettiler. Hala süregelen bir savaş içerisindeyiz aslında. Evvelden beridir iyi ve kötü hep birbirine karışık yaşamıştır Olivia, doğa savaşçıları ise bu karışıklığı düzenlemeye çalışırlar. O savaşçılardan birisi olmak için aday gösterildin.”
Ares ciddi ciddi anlatıyordu, şaka falan olsaydı bu kadar uzatmazlardı. Konuya o da ciddiyetle yaklaşmayı denedi ama tam konstantre olamıyordu, aklı başka yerlere kayıyordu. Şakaklarında baskılar hissetmeye başladı.
“Olivia odaklanamıyorsun, bu şaka değil. Tamamıyla gerçekliğin çıplak hali.” Genelde böylesine şirin suratlı erkeklerden felsefik cümleler beklemezdiniz, ama işte, Ares. “Aslında büyük çadıra götürmeliyim seni, her şeyi sana o daha iyi anlatacaktır.”
“Büyük çadırda kim var?”
“Ana. Bilge Ana.” dedi. “Bizim gibilerin hayatını sürdürmek için için eğitim aldığı şu kampın koruyucusu. Bizler bir bakıma onun torunlarıyız.”
“Bizim gibiler?” Bir grup çatlaklar sürüsünden falan mı bahsediyordu?
“Bükücüler tabii ki.” Olivia sessizliğini sürdürünce Ares açıklama gereği duydu, “Yani doğa savaşçıları, Olivia.” Sonra oturduğu yerden kalktı ve kendisini takip etmesi için Olivia’ya işaret etti.
Ağaçların arasında hangi yönlere gittiklerini aklında tutamayacak kadar uzun yürüdüler, Ares belli bir yolu izliyor gibiydi. “Fark etmiş olman gerekirdi, eğer aday gösterildiysen ve eğitim alman isteniyorsa şu ana kadar bir belirti göstermeliydi?” cümlesini soru gibi sormuştu.
“Iıı, şey, neyi?” kırık dalların arasından geçip kayaların üzerinden atlarken yanıtını soru şeklinde verdi oda.
“Herhangi bir element üzerinde etkin var mı? En ufak bir şey?”
Olivia başını olumsuz anlamda salladı, Ares’in yüz ifadesinden şaşkınlık ve hayal kırıklığı görünüyordu. Olivia’nın hangi elementi bükebildiğini bilmek burada alacağı eğitimi hızlandırırdı, hangisiydi acaba merak etti.
Ares’in bahsettiği büyük çadıra yaklaşmış olmalıydılar çünkü başka küçük çadırlar görünmeye başlamıştı ve nihayetinde toprak yola gelmişlerdi. Çadırlar ovada yaşayan insanların içerisinde yaşadıkları türdendi, keçeden kilimden ve benzer bezlerden yapılmış gibiydi.
Yaklaştıkça insanlar da görünmeye başladı. İnsanlar çadırların ortasındaki meydana geldiklerinde durup onu izliyor resmen gözleriyle didikliyorlardı. Sarışın bir kızın dudağını kıvırarak baktığını gördü, sonra yanındaki kumral ve cidden bakılası güzelliğe sahip kız ona yaklaştı ve “Bu muymuş? Hah.” dedi. Bunu söylerken elini ağzına siper etmişti ama çok uzakta sayılmazlardı bu yüzden duymuştu Olivia. Şimdiden dışlandığını hissetti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tehlikeli Güç
ChickLitArkadaşları ve üvey annesi ile yaşadığı sefil hayattan kendisini kurtarmak için başlangıçta evden kaçmak hiç aklında yoktu! Bu yüzden kaçtığındaysa nereye gideceği hakkında bir fikri de yoktu, ne bir akraba ne de bir dost. Kaçarken tanıştığı bir ge...