Ben delikten geçtikten hemen sonra Myung Soo da gelmişti. Gözlerini kısıp etrafa bir göz gezdirdi ama hiçbir şey ona tanıdık gelmediği için bana döndü ve bir açıklama bekler gibi bakmaya başladı.
''Burası köşke, yanınıza gelmeden önce kaldığımız ev. Hiç değişmemiş olması beni de şaşırttı doğrusu.'' dedim ama Myung Soo'nun şaşırdığı şeyin bu olmadığını biliyordum. ''Böyle kalabalık bir yere geçit mi açtın yani?'' dedi ve bir kahkaha attı. Elimle ağzını kapatarak onu susturdum. ''Buralarda bu saatte kimse olmaz. Oldukça sessiz sakin bir yerdir. O yüzden sen de sessiz olmalısın.'' dedim ve elinden tutup onu peşimden sürüklemeye başladım.
Eve girmek düşündüğümden çok daha kolay olmuştu. Kiliti açmak için bir büyüye ihtiyacım olabileceğini düşünüyordum ama bina neredeyse bakımsızlıktan çökmek üzereydi. Bu yüzden kapıyı itmem açılması için yeterli olmuştu. Myung Soo'ya dikkatli olması gerektiğini söyleyip ilerlemeye başladım. Burayı ve evin düzenini biliyordum. O yüzden görmesem bile hareket etmek hiç zor olmuyordu ama Myung Soo şimdiden 3 yere çarpmıştı. Onun bu durumuna hem üzülüp hem de gülerek Aoi prensesin odasına girdim.
Biraz karanlık olduğu için duraksamıştım. Evin düzenini biliyordum ama bu odaya pek girmezdim. O yüzden bir mum aramaya karar vermiştim ama Myung Soo bu işi halletmişti. ''Burada büyü kullanmanın tehlikeli olduğunun farkındayım ama böylesi daha kolay.''dedi bacağını ovuştururken. Gülümseyip odaya göz gezdirdim. Aradığım kutu şöminenin yanında duruyordu. Yanına gidip önce kutunun üstündekileri kaldırdım ve kutunun üstündeki toza aldırmadan kapağını açmıştım.
Kutunun içindekileri çıkartıp göz gezdirmeye başladım. Bu sırada Myung Soo yaklaşıp ''Bunlar ne?'' diye sordu. ''Gazete. Daha önce hiç görmedin mi?'' dedim. ''Nereden göreyim? Bir ormanın ortasında herkesten gizli yaşıyorduk biz.'' dedi. Gülümseyip ''O kısmı unutmuşum.''dedim ve ''Gazete insanların günlük olaylardan haberdar olmak için kullandıkları bir iletişim aracı.'' diye ekledim ve bir kaç tanesini ayırıp yanıma aldım. ''Gidebiliriz.'' dedim ve yürümeye başladım. Saraya ne kadar hızlı dönersek o kadar iyiydi.
Biz geçitten geçip odaya geri döndükten hemen sonra bir saray çalışanı kapıyı çalmış ve Kanae'nin bizi görmek istediğini söylemişti. Myung Soo kahkaha atıp '' İyi zamanlama.'' dedi. Gülerek onu onayladım ve Kanae'yi görmek üzere odadan çıktık.
Taht odasına gittiğimizde çocukların hepsi buradaydı. Miku ve Yuna'nın burada olmayışından Kanae'nin onların gitmesini beklediğini anlamıştım. Bizi kurtaran da bu olmuştu. Kanae zarfı herkesin görüp görmediğini sordu. Hepimizden olumlu yanıt alınca sabah babamın bahsettiği olayı anlatmıştı. Ben, Myung Soo ve Dong Woo dışındaki herkesin şok olduğu yüzlerinden belli oluyordu. Kimse zarfın arkasından böyle bir olay çıkmasını beklemiyordu anlaşılan.
''Aklınızda çok fazla soru döndüğünü biliyorum ama cevaplayabilecek kadar bilgim yok. Size anlattım çünkü her türlü duruma hazırlıklı olmanız gerek. Ayrıca bu sembol ile ilgili bir bilgiye ulaşırsanız, bir yerde daha görürseniz hemen haber vermeniz gerekiyor. Bu aralar her zamankinden daha dikkatli olun.'' dedi Kanae. ''Bizim henüz bir bilgimiz.'' yok diye de ekledi gittikçe kaybolan sesiyle.
Taht odasını saran gergin havaya aldırış etmeden ''Aslında bir kaç bilgimiz var.'' dedim. Kanae devam et dercesine bana baktığı için devam etmiştim. Önce götürüp ona gazeteleri gösterdim. Oldukça yıpranmışlardı ama ünlü ressamın çizimleri hala anlaşılabilir durumdaydı. Kanae bakmaları için gazeteleri çocuklara uzattı. ''Nedir bunlar?'' diye sordu. ''Bu çizimler sembole çok benziyor ama bu haliyle hiçbir şey ifade etmiyor.'' dedi.
''Aslında ediyor. Şöyle; bu gazeteler oldukça eski. Bu haberler çıktığında ben küçük bir çocuk sayılırdım. O yüzden hatırlamakta zorlandım ama gazetelerde tekrar görünce her şey canlandı. Bu Manticore. Yani ressamın verdiği isim bu. Manticore ''İnsan yiyen'' demek. Bir dönem herkes bunu konuşuyordu. Bu yaratık bir ormanda yaşıyordu ve ormana giden herkese saldırıyordu. Önce bir kaç insan bundan bahsetti. Bir ekip olarak ormana gittiklerini ama ormanda insan kafalı ve aslan vücutlu bir yaratıkla karşılaştıklarını ve zor kurtulduklarını hatta ekipteki çoğu kişinin öldüğünü anlatıyorlardı. Başta bu konu insanların ilgisini çekti. Ormana giden bir sürü insan vardı ve çoğu geri dönmüyordu. Bir şehir efsanesine dönmüştü yani.'' dedim. ''Ta ki ressam ölene kadar.'' diye ekledi Min Jung. Onun hatırlamasına hiç şaşırmamıştım.
''Ressam ölene kadar mı?'' diye sordu Woo Hyun.
''Evet, ressam ölene kadar. Bu konu ressamın çok ilgisini çekmiş olacak ki kalabalık bir grupla ormana gitmiş ve bu resmi çizmiş. Gazete siyah beyaz ama ressamın anlatmasına göre Manticore, kızıl bir aslanın vücuduna, insan yüzüne, köpek balıkları gibi 3 sıra keskin dişlere, yarasa kanatlarına ve bir ejderha kuyruğuna sahipmiş.''
''Ejderha kuyruğu mu?'' deyip gülmüştü Sung Yeol.
''Evet ejderha kuyruğu. Hatta bu ejderha kuyruğunda alevli ve zehirli oklar bulunuyormuş. Bu şekilde insanları gizlice avlayıp sonra da hırsla yiyormuş.'' dedim. ''İşin ilginç kısmı şu. Bu ressamın ölümü. Kimse nasıl olduğunu bilmiyor. Ama tıpkı saray çalışanın bahsettiği o canlı gibi cesedinin eridiğini söyleyenler vardı. Bu olay çok farklı bir boyuta ulaştığı için devlet bir süre sonra bu konuyu konuşan insanlara ceza vereceğini söyledi. Böylece unutuldu gitti. Bu ressama da, Manticore'u gördüğünü iddia eden herkese de deli gözü ile bakıldı. Zaten insanlar açıklamakta zorlandıkları konuları konuşmayı pek sevmezler.'' dedim.
''Yine de bu konu üzerine konuştuklarını ben bile duymuştum. Baya ilgilerini çekmiş olmalı.'' dedi Hanae. Onun bunu biliyor olmasına hepimiz şaşırmıştık ama şaşkınlığımızı dile getiren kişi Kanae oldu. ''Sen bunu nereden biliyorsun?'' diye sordu. ''Uslu bir kız çocuğu değildim ben. İnsanların dünyasına bir kaç kaçamağım var. Merak duygusu sadece. Irkımdan kaynaklıydı sanırım.'' dedi Hanae gülümseyerek. Kanae de gülümsemiş ve bakışlarını Hanae'den ayırıp bize yöneltmişti.
''En azından nereden başlamamız gerektiğini biliyoruz. Bunu hatırlaman çok iyi oldu Minel.'' dedi ve tahtan kalkıp bir kaç adım atıp durdu. ''Bu arada gazeteleri almak için insan dünyasına yaptığın minik gezintiyi de fark etmiş oldum.'' dedi. Myung Soo gülümseyip kulağıma eğilmiş ve ''Sana söylemiştim.'' demişti. Dönüp Myung Soo'ya baktım ve dudaklarımı büzdüm. Daha sonra usulca ''Tek değildim ama.'' dedim ve bu sefer ben güldüm. ''Biliyorum zaten.'' dedi Kanae. ''O yüzden bu seferlik affedeceğim. Üstelik bu kadar değerli bir bilgiyle geldiğin halde sana nasıl bir ceza verebilirim ki? Ama, Myung Soo sen ona ayak uydurmamalısın. Böyle yaramazlıklar yapmaya kalktığında ona engel olman gerekir.'' diye ekledi.
''Denerim ama bu pek mümkün olmuyor.'' dedi Myung Soo bana bakarak.
''Lütfen. Zaten yeterince sorunla uğraşıyorum.'' dedi Kanae ve gelen hediye paketini açmak üzere hareketlendi ama Ye Jin onu durdurmuştu. ''Zarfı açtın mı? Bence önce ona bakmalısın.'' dedi. ''Zarfı okudum ben. Hiç ilgi çekici bir şey yazmıyor.'' dedi Kanae iç çekerek.
''Ne yazıyor peki?'' diye sordu Sung Kyu.
''İntikam artık daha yakın.'' dedi Kanae usulca.
''Neyin intikamı ki bu?'' diye sordu Sung Jong.
''Bunu hediyeyi açtığımızda öğreneceğimizi umuyorum.'' dedi Kanae ve tekrar hediyeyi açmak için hareketlendi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY TAŞI II
FanfictionKanae'nin sinirden elleri titriyordu. ''Şu sandığın hikayesini biz de öğrensek ne kadar güzel olur. Madem bu kadar önemli bundan neden benim haberim yok? Krallığı bana devrederken her şeyi anlatmış olmanız gerekirdi.'' dedi. Sakin kalmaya çalışıyord...