Bir süre daha kütüphanede kalmıştık ama gazetelerde işimize yarar hiçbir bilgi yoktu. Sadece son dönemlerde büyü yapabildiğini iddia eden insanların fazlalaştığını öğrenmiştik ki bu çok da garip bir durum değildi. İnsanlar büyü gibi tam anlamıyla açıklayamadıkları şeylerden korkarlardı ama bu korkunun verdiği hazzı yaşamayı da severlerdi. Hatta bu haz duygusu her zaman korkularının önüne geçerdi. Belki de bu şekilde kendilerini rahat hissediyorlardı.
Artan bu büyücülük merakına çok takılmamamız gerektiğine karar vererek kütüphaneden çıktık. Çevrede rastgele dolaşmaya başlamıştık. Bugün şehir merkezi oldukça kalabalıktı. O yüzden etrafta sohbet eden çok fazla insan vardı ama hiçbiri bizim merak ettiğimiz konu üzerinde sohbet etmiyordu. Sung Yeol Manticore'ların ormanda yaşadığını söylediğimizi bu yüzden ormana gitmenin mantıklı olacağı fikrini öne sürmüştü ama Sung Kyu ''Olmaz. Eğer ormanda bir Manticore ile karşılaşırsak bu insan dünyasını fazlasıyla karıştırır. İnsanları bu konudan olabildiğince uzak tutmamız lazım.'' diyerek bu fikri reddetmişti.
Bu yüzden bir süre parkta oturmaya karar verdik. İlgi çekici bir şey görmezsek ya da duymazsak geri dönecektik ama küçük bir çocuktan parkta bir sihirbazlık gösterisi olacağını öğrendik. Myung Soo yüzünde alaycı bir gülümseme ile gösteriyi beklemeye başlamıştı bile. Bir süre sonra parka aceleyle bir sahne kuruldu. Kurulan sahne büyük bir masa gibiydi. Hiçbir ilgi çekici ya da özel tarafı yoktu. Bundan bir kaç dakika sonra da ön sıralardan gösterinin başladığını gösteren alkışlar yükselmeye başladı.
Gösteri de tıpkı sahne gibi oldukça sıradan ve sıkıcıydı. Myung Soo'nun yüzündeki alaycı gülümseme daha da belirginleşmişti. Bu gösteriden,buna gösteri demek mümkünse tabi, keyif alan tek kişi Myung Soo olmalıydı. Annesine büyük bir heyecanla gösteriden bahseden çocuk bile uykuya dalmıştı. Ye Jin başını sallayıp ''Biz küçükken sihirbazlar daha yetenekliydi. İnsanlar gelişmeleri gerektikçe köreliyorlar sanırım.'' demişti. ''Siz küçükken sihirbazlar nasıldı?'' diye sormuştu Myung Soo. Bu da koyu bir sohbetin başlangıcı olmuştu.
Ben bu sohbetten de hemen sıkılmıştım. Küçükken seyrettiğim sihirbazlık gösterileri en ufak detayına kadar aklımdaydı ve bunları tekrar konuşmak hiç ilgimi çekmemişti. O yüzden onların sohbetini bölmemeye çalışarak ayağa kalktım ve yavaş hareketlerle etrafta turlamaya başladım. Buradaki her şey hatırladığımdan daha küçük görünüyordu gözüme bu yüzden anılarımı tazelemek istemiştim.
Etrafta dolanırken eskiden tanıdığım ve yakın olduğum birçok insanla karşılaşmıştım ve bu beni mutlu etmişti. Çoğu öncekinden çok daha güzel bir hayat yaşıyordu ve bunun bozulabileceği ihtimalini bilmek göğsümde bir acı hissetmeme neden olmuştu. Mutluluklarının bizim karışık dünyamız yüzünden kısa sürebileceğini bilmek ama hiçbirini uyaramamak sinirlerimi bozmuştu. O yüzden hepsiyle kısa bir süre sohbet edip izinlerini isteyerek yanlarından ayrılmıştım.
Küçüklüğümde sinirlendiğim her anda gittiğim bir şeker dükkanı vardı. Aklıma geldiği için oraya gitmeye karar vermiştim ama hatırladığımın aksine bir ara sokaktaydı ve bulmakta epey zorlanmıştım. Şeker dükkanına girdiğimde dükkan sahibi beni tanımıştı ve onunla da kısa bir sohbette bulunmuştum. Bana küçükken yemekten çok hoşlandığım çikolatalardan ikram etmişti. İkramını kabul edip teşekkür etmiştim. Sonrasında dükkan kalabalık olduğu için dışarı çıktım.
Dükkanın duvarına yaslanıp çikolatayı yemeye başlamıştım ama bu mutluluğum fazla sürmedi. Tıpkı kütüphanede gördüğüm gibi yırtık kıyafetleri ve kocaman bir şapkası olan biri karşıma geçip durmuştu. İster istemez gerilmiştim. Bana doğru bir adım attı ve kafasını elimde tuttuğum muma doğru çevirdi. ''İlginç bir mum.'' diye mırıldanmıştı ama mumda ilginç olan hiçbir şey yoktu. Sade kırmızı bir mumdu. Yine de kafamı sallayarak onu onaylamıştım çünkü hemen gitmesini istiyordum.
''Bana katıldığına göre mumun özelliğini biliyor olmalısın. Zamanı geldiğinde bu mum yanacak ve birileri için ışık olup dünyayı aydınlatırken birilerini eridiği her an karanlığa boğacak. İlginç bir mum.'' dedi ve sustu. Bir şey söylememi bekliyor gibiydi ama ben ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Bir süre karşımda bekledikten sonra hafifçe başıyla selam verdi ve yürümeye başladı. O yürümeye başladığında mumu yere koymak için eğilmiştim. Bir an önce bu mumdan kurtulmak istiyordum ama o döndü ve geri geldi.
''Mumu yanında götürmemen hiçbir şeyi değiştirmez.Zamanı geldiğinde her şey olması gerektiği gibi olacak.'' dedi ve elimi tuttu. Elleri inanılmaz derecede soğuktu. ''Her şey güzel olacak.'' dedi ve sonra ağır adımlarla uzaklaştı. Tıpkı kütüphanedeki gibi donakalmıştım. Myung Soo omzuma dokunup bana seslenene kadar orada öylece dikildim. Başımı Myung Soo'ya çevirdiğimde ''Kimdi o?'' diye sordu. Bir süre cevap vermemiştim. Bu yüzden Myung Soo sorusunu tekrarlamıştı.
''Şu büyücülerdenmiş. Gazetede bahsedilenlerden. El falıma bakmak istedi. Farklı bir enerjim varmış.'' dedim ve gülümsedim. Son derece sahte bir gülümsemeydi. Myung Soo tek kaşını kaldırıp yüzüme baktı. Uydurduğum bahaneye inanmadığı her halinden belliydi ama üstelemek de istemiyormuş gibi görünüyordu. Elimi tuttu ve yürümeye başladı. ''Elin neden bu kadar soğuk?'' diye sordu. Ses tonu sinirliymiş gibi geliyordu. ''Onun, büyücünün yani, eli çok soğuktu. Uzun süredir dışarıda olsa gerek.'' dedim ve gülümsedim. Onu biraz rahatlatmak istiyordum ama bu Myung Soo'yu daha çok kızdırmış gibi görünüyordu.
Ara sokaktan çıkıp merkeze geri geldiğimizde ''Döndüğümüzde anlatacağım ama.'' dedim ve Myung Soo durup bana doğru döndü. Bir süre devam etmemi beklemişti ama ben kendimde devam edebilecek gücü bulamıyordum. ''Ama ne?'' diye sormuştu Myung Soo. Ses tonu daha fazla beklemek istemediğini belli ediyordu. ''Ama ben söyleyene kadar bundan kimseye bahsetmek yok. Ne olursa olsun. Kanae fark edip ısrar etse bile. Çünkü abartıyor olabilirim ve kimseyi boş yere telaşlandırmak istemiyorum.'' dedim. Myung Soo neden bahsettiğimi hiç anlamamış gibi duruyordu bu yüzden ''Burada hep böyle garip durumlar olur. İnsanlar birbirlerini kandırmak için hep bir şeyler uydururlar. Az önce seyrettiğin sihirbaz gösterisi gibi. O yüzden önce emin olmamız gerek. Ondan sonra herkese söyleyebiliriz.'' dedim.
Myung Soo başı ile onaylayıp yürümeye başlamıştı. Ben de yanına geçip koluna girmiştim. Çocukların yanına geldiğimizde Ye Jin'in kızgın olduğunu belli eden yüzü ile karşılaşmıştım. ''Zaten yeterince gerginiz. Neden haber vermeden kalkıp gidiyorsun? Çok başına buyruksun.'' diyerek azarlamıştı. Onları rahatsız etmek istemediğimi söyleyip endişelendirdiğim için özür diledim.
Sung Kyu yavaşça ayağa kalktı ve ''Gidelim mi artık?'' dedi. ''Burada ilgimizi çekecek bir şey bulamayacak gibiyiz. Saraya dönüp Kanae ve Dae Hyun'a yardım edelim. Kabul ederlerse tabi.'' diye ekledi. Hepimiz ona katılmıştık. Özellikle ben saraya dönmek için can atıyordum. Hep birlikte şehir merkezinden ayrılıp evimize doğru yola çıktık. Eve geldiğimizde geçit açma işini Myung Soo'ya bıraktım. Açılan geçitten de en son ben geçtim. Mumu evde bırakmayı düşünmüştüm ama sonra bundan vazgeçtim.
Saraya geldiğimizde de herkes kütüphaneye gitmek için hareketlenmişti. Onlara daha sonra katılacağımı söyleyip yanlarından ayrıldım. Hızlı adımlarla ana binadan çıkıp bize ait olan binaya girmiştim. Binadaki görevlilere hiç aldırış etmeden odaya girdim. Myung Soo'nun peşimden geldiğini biliyordum bu yüzden kapıyı kapatmadan odanın ortasında onu beklemeye başladım. Bu sırada ona nasıl bir açıklama yapmam gerektiğini düşünüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY TAŞI II
FanfictionKanae'nin sinirden elleri titriyordu. ''Şu sandığın hikayesini biz de öğrensek ne kadar güzel olur. Madem bu kadar önemli bundan neden benim haberim yok? Krallığı bana devrederken her şeyi anlatmış olmanız gerekirdi.'' dedi. Sakin kalmaya çalışıyord...