Kanae sakince minik sandığa yaklaştı ve ''İntikam almak için gönderilen bir hediyeye göre fazla süslü bir sandık.'' dedi hafifçe gülerek. Hanae sakince onu takip etmişti. ''Düğün hediyesi olarak gönderdiklerini göz önünde bulundurursak gayet uygun bir sandık.'' dedi. Kanae göz ucuyla Hanae'ye bakmış ve yüzündeki rahatsız edici gülümseme kaybolmadan sandığı açmıştı.
Kanae sandığı açtığı zaman Hanae yüzünü buruşturarak bir adım gerilemişti. Min Jung'sa Hanae'nin aksine yüzündeki şaşkınlık ifadesi ile sandığa yaklaştı. Min Jung'un bu hareketi beni daha da meraklandığından Myung Soo'nun yanından ayrılıp sandığa yaklaşmıştım ama Myung Soo'nun hemen arkamdan geldiğini hissedebiliyordum. Min Jung bir süre dikkatle sandığın içine baktıktan sonra ''Kafayı yemiş olmalıyım. Bu mümkün değil.'' dedi ve geriledi.
Sandığın içindeki kesilmiş insan kafasına bakmıştım ama benim için pek bir şey ifade etmiyordu. Ye Jin yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade ile ''İkimiz de kafayı yemiş olamayız. Mümkünmüş demek ki.'' dedi. Sesi oldukça boğuktu. Ben de herkes gibi neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sora ile göz göze geldim ama o da benim kadar anlamamış görünüyordu.
Sessizliği yine Kanae bozmuştu. Ye Jin ve Min Jung'a neler olduğunu sordu. Ye Jin derin bir nefes almış ve konuşma işini Min Jung'a bırakmıştı. Min Jung önce Sora'ya sonra bana baktı ve hatırlayıp hatırlamadığımızı sordu. İkimizde başımızı olumsuz anlamda sallamıştık. ''Minel, resimleri ve hikayeyi hatırlıyorsun ama bu yüz sana tanıdık gelmiyor mu yani?'' diye ısrar etti ama hiç tanıdık gelmiyordu. Ben omuz silkince Min Jung derince soluklandı ve ''Bu ressamın ta kendisi. Manticore'a adını veren ve resmeden kişi.'' dedi.
Min Jung bir süre susup beklemişti ama kimsenin sessizliği bozmaya niyeti olmadığı için devam etti. ''Herkes cesedinin tanımayacak durumda olduğundan bahsediyordu. Hatta bir cesedi olmadığından, sadece ona ait olduğunu düşündükleri bir kaç uzuv bulunduğundan konuşuyorlardı. Bunun üzerinden çok zaman geçti. Eğer cesedini yanlarında götürdülerse bile çoktan çürümüş olması gerekirdi. Hala tanınacak şekilde durması imkansız.'' dedi ve söylediği kelimenin yanlış olduğunu düşünüp ''İmkansız olmalıydı yani.'' diye ekledi gittikçe azalan sesiyle.
Herkes kafasında bir şeyleri oturtmaya çalıştığında odaya derin sessizlik hakimdi. Kanae ağır hareketlerle sandığın üzerinde durduğu masaya yaslandı ve yavaşça sandığı kapattı. Derince soluklandı ve konuşmaya başladı.
''Anlaşılan onları tanımamızı istiyorlar. Sizin bu sembolü hatırlayacağınızı ve ressamı tanıyacağınızı tahmin etmiş olmalılar. Bu olayları hatırlamanızı ve karşılığında bir hamle yapmamızı bekliyor olmalılar ama bir adım öndeyiz. En azından şimdilik ama bundan sonra yapacağımız her hareket çok önemli. Kimse tek başına hareket etmeyecek. Buna insan dünyasına kaçamak yapmak da dahil.'' dedi ve bana imalı bir bakış attı.
Normalde duymazdan gelirdim ama Kanae oldukça gergin görünüyordu. O yüzden başımla bir daha yapmayacağıma dair bir onaylama hareketi yaptım. Kanae, Hanae'ye döndü ve konuşmaya devam etti.
''Sen Satir sarayına git. Burada kalmanın sorun olmayacağını düşünmüştüm ama gitsen daha iyi. Koruman gereken çocuklar var. Kızları ve düğünü bildiklerine göre çok uzağımızda değiller. Sarayda gereken tüm önlemleri al ama abartma. Dışarıdan bakıldığında korunma amacıyla değil de bir tatil amacıyla saraya gelinmiş gibi durması daha iyi. Muhtemelen Yuna ve Miku çok gergin olacaktır. Onlarla ilgilenmeyi de ihmal etme. Özellikle Miku. Ona tüm olan biteni anlat ama stres yapmamasını sağla.'' dedi. Son cümleler tamamen Dong Woo ve Sung Jong'u rahatlatmak içindi. Yuna ve Miku'nun burada olmaması onları oldukça germiş gibi görünüyordu çünkü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY TAŞI II
FanfictionKanae'nin sinirden elleri titriyordu. ''Şu sandığın hikayesini biz de öğrensek ne kadar güzel olur. Madem bu kadar önemli bundan neden benim haberim yok? Krallığı bana devrederken her şeyi anlatmış olmanız gerekirdi.'' dedi. Sakin kalmaya çalışıyord...