< IX >

3 0 0
                                    

Kanae yüzündeki yaramaz gülümsemeyi hiç bozmadan ''Kütüphanedeki işimiz bitine kadar özgürsünüz. Gün içinde yaptığınız hiçbir şeye kızmama sözü veriyorum.'' demişti ama bu benim için bir şey ifade etmemişti. Çünkü zaten sarayda özgürdük ve canımız ne istiyorsa onu yapıyorduk. Kanae'nin ne demek istediğini anlamadığım için odaya göz gezdirmiştim. Sonra bakışlarımı tekrar Kanae'ye yönelttim. Kanae, başını hafifçe olumsuz anlamda sallamıştı.

Bu sırada Myung Soo elimden tuttu ve gülümsedi. Kanae derince soluklandı ve ''Dae Hyun biz de kütüphaneye gidelim. Başka bir şey bulabilir miyiz ona bakalım. Muhtemelen işimiz çok uzun sürer.'' dedi ve salondan çıktı. Dae Hyun da hızlı adımlarla onu takip etmişti. Dae Hyun'un ardından kapı kapandıktan sonra bakışlarımı Myung Soo'ya yönelttim. Yüzünde kocaman bir gülümseme ile kulağıma doğru eğildi.

''İnsanların dünyasına gidebilirsiniz.' diyor. Normalde buna kızıyor ama bugün kızmayacakmış. İşi uzun süreceği için de istediğiniz kadar kalabilirsiniz demeye getiriyor. Gerçekten anlamadın mı?''dedi. Hala gülümsediğini sesinden anlayabiliyordum. Cevap vermek için Myung Soo'ya dönmüştüm ama yüzündeki gülümsemeyi görünce sadece gülümsemekle yetindim.

Sung Kyu öksürüp ''Konuşmanız bittiyse nereye gidiyoruz? Geçiti siz açacaksınız sonuçta, değil mi? Daha fazla beklememize gerek yok. Kanae'yi bir daha böyle bulamayız.'' dedi bana ve Myung Soo'ya bakarak. Ben de bakışlarımı sakince Myung Soo'ya yöneltmiştim ama Myung Soo bir adım geriledi. ''Bana bakma. Neresi geçit açmak için uygun olur hiçbir fikrim yok. Sen nerenin sessiz sakin olacağını biliyor olmalısın.'' dedi. Bir süre bekleyip ''Geçiti ben açarım ama insan dünyasına bu kılıkta giderseniz neler olabileceğini biliyor musun? Görünüşlerinizi değiştirmeniz lazım.'' dedim ve bu işi Myung Soo'ya bırakarak yere bir sicil çizmeye başladım.

Ben sicili tamamlayıp geçiti açtığımda Myung Soo da görünüşlerini değiştirecek büyüyü tamamlamıştı. Arkamı döndüğümde onu köşkte ilk karşılaştığımız günkü hali ile görmek oldukça garip bir duyguydu ve bir süre gözlerimi Myung Soo'dan ayıramamıştım. ''Yakışıklı olduğumu biliyorum ama gitmemiz lazım.'' dedi ve koluma girip gülerek herkesten sonra geçitten geçti.

İnsanların dünyasına geldiğimizde bile yüzümde bir gülümsemeyle Myung Soo'yu izliyordum ta ki Sung Yeol ''Burası neresi böyle?'' diyene kadar. Sora yerden aldığı oyuncak bebeği kaldırıp ''Bizi evimizin bodrumuna mı getirdin?'' dedi. Şaşırdığı her halinden belliydi. Omuzlarımı silktim ve ''Aklıma daha güvenli bir yer gelmedi.'' dedim oldukça sakin bir şekilde. Sung Kyu ''Burası sizin yaşadığınız yer mi yani?'' diye sordu. O, Sora'dan daha fazla şaşırmıştı. Min Jung, Sung Kyu'ya bir oyuncak attı ve ''Evet. Bu da Ye Jin'in ayıcığı.'' de gülerek. Ye Jin'se Sung Kyu'ya bakıp başını olumsuz anlamda sallamıştı. ''Benim hiç oyuncak ayıcığım olmadı ama bu defter benim.'' deyip elinde tuttuğu defteri Sung Kyu'ya uzattı. Sung Kyu şimdiden defteri incelemeye başlamıştı. 

Onları alt katta bırakıp merdivenlere doğru yönelmiştim. Myung Soo peşimden gelip ''Sana ait bir şey yok mu?''diye sordu. Oldukça sessizce. ''Muhtemelen vardır.'' deyip merdivenleri çıkmaya başladım ve merdivenin başında duran kutuyu eğilip aldım. ''Bu var, bak.'' diyerek Myung Soo'ya döndüm ve kutuyu ona uzattım. ''Ne var bu kutuda?''dedi bir yandan kutuyu açarken. ''Asam,sihirbaz pelerinim ve sihir yaparken kullandığım tüm eşyalar.'' dedim. Myung Soo cevabım karşısında büyük bir kahkaha atmıştı. ''Böyle mi büyü yapıyordun gerçekten?'' dedi. Sorusunu yüzümde bir gülümsemeyle kafamı sallayarak onayladım. 

Diğerleri de konuşarak üst kata çıkıyorlardı. Onlar üst katı incelerken eski komşularımızdan birkaçı buraya gelmişti. Binadan gelen sesleri duyduklarını ve kontrol etmek istediklerini söylemişlerdi. Ye Jin hepsi ile konuşup bir sorun olmadığına ikna ettikten sonra evden çıkıp şehir merkezine doğru ilerlemeye karar verdik. Aslında ne yapmamız gerektiğiyle ilgili bir fikrimiz yoktu. Sadece, Sung Kyu bilgi elde etmek istiyorsak kalabalık yerlere gitmemiz gerektiğini söylemişti ve biz de onun önerisi ile şehir merkezine gidiyorduk. 

Şehir merkezine geldiğimizde kütüphaneye gitmenin yararlı olabileceğini söylemişti Min Jung. ''Yayımlanan her gazeteyi saklamak zorundalar. Eğer bir şeyler varsa kesin gazetelerde yazmıştır. Bence gidip oradan başlamalıyız.'' diye ekledi. Herkes bu fikri mantıklı bulduğu için doğruca kütüphaneye gitmiştik. İçeri girdiğimizde Min Jung kütüphane görevlisinden gazeteleri istemişti. Görevli üst kata çıkmamızı gazetelerin orada olduğunu söyleyince sessizce üst kata çıktık ve masalara oturduk. Min Jung önümüze bir sürü gazete getirmişti. Herkes olabildiğince dikkatli gazeteleri inceliyordu. Zaten bu çocuklar için yeni bir durumdu ve oldukça ilgilerini çekmişti. Bense bu işten çok çabuk sıkılmıştım. 

Onların dikkatini dağıtmamaya özen göstererek alt kata inip kitaplıklar arasında dolanmaya başladım. Bir şey arıyordum ama ne aradığımı ben de bilmiyordum. Sadece kitaplıklar arasında dolanmam gerektiğini hissediyordum. Tarih bölümüne ait kitaplığı geçtikten sonra bir el omzuma dokundu ve arkamı döndüğümde elinde kocaman kırmızı bir mum tutan biri ile karşılaşmıştım. Oldukça ürkütücü duruyordu. Kıyafetleri paramparçaydı ve başındaki büyük şapkadan dolayı yüzünü net bir şekilde göremiyordum. Bir kaç adım gerilemiştim ama o hızla aramızdaki mesafeyi kapattı. 

Sırtımı kitaplıklardan birine yasladığımda hızla mumu yüzüme doğru uzattı. Ben hiç tepki vermeyince ''Al.'' demişti. Sesi oldukça genç birine aitmiş gibi geliyordu ama elleri bu sesin tam tersine çok yaşlı birininmiş gibi görünüyorlardı. Hiç almak istememiştim ama korktuğum için konuyu daha fazla uzatmak da istemiyordum. Bu yüzünden oldukça yavaş hareket ederek mumu aldım. Çocukluğumda da bu bölgede böyle insanlarla çok karşılaştığımı hatırladığım için biraz sakinleşmiştim ta ki o tekrar konuşmaya başlayana kadar. 

''Bu mum bir hediye. Senin geleceğini değiştirecek bir hediye. Bu mumun ışığı dünyaya huzur getirecek. Kendini hazır hissettiğinde mumu yak.'' dedi ve bir adım daha yaklaştı. ''Ve gücün tadını çıkartmaya bak. Kötü olan her şey bu mumun alevi ile yok olup gidecek. Kötü her şey bu mum ile eriyip gidecek. Zayıf olan her şey bu mumun ışığı karşısında diz çökecek.'' dedi ve geriledi. ''Hediyenin kıymetini bilmelisiniz küçük hanım.'' dedi ve şapkasını çıkartıp selam verdi. Bunu o kadar hızlı yapmıştı ki yüzünü yine görememiştim. 

Yanımdan ayrıldığında uzun bir süredir nefes almadığımı fark etmiştim. Bu yüzden akciğerlerimi olabildiğince oksijen ile doldurmak için derince soluklandım. Bir süre orada öylece dikilmiştim. Yanıma gelen Myung Soo ''Ben de seni arıyordum.'' dedi ve gözlerini elimde tuttuğum kırmızı muma dikip ''Bu ne?'' diye sordu. ''Mum. Bir hediye.'' diyebildim sadece. Oldukça zorlama bir cevap olmuştu. Myung Soo kafasını onaylarcasına sallayıp ''Ne yapıyorsun burada?'' diye sordu. Burada ne yaptığımla ilgili bir fikrim olmadığı için hızlıca etrafa göz gezdirdim. 

''Bu kitapları arıyordum.'' dedim oldukça sessiz bir şekilde ve Myung Soo'nun elinden tutup peşimden sürükledim. Önümüzde duran raftan bir kitap alıp Myung Soo'ya uzatmıştım. ''Sihirbazlık kitapları'' diye açıkladım. ''Çocukluğumun neredeyse tamamı bu rafın önünde geçti.''dedim gülümseyerek. Bu da oldukça zoraki bir gülümsemeydi ve Myung Soo'nun fark etmemesini umut ediyordum. ''Dae Hyun ile burada mı tanıştınız?'' diye sormuştu Myung Soo bakışlarını kitaptan ayırmadan. 

Bu konuyu açmasına sevinerek ''Evet.'' dedim. ''Bana okumam için bu kitapları getirirdi. Ben de hep bu köşede okurdum.'' dedim üst katta bir yer göstererek. ''Anlamadığım her şeyi de anlatırdı. Bir gün çok büyük bir büyücü olacağımı da söylemişliği var.''diye ekledim ve bir iç çektim. ''Keşke işler hep Dae Hyun'un anlattığı kadar kolay ve eğlenceli olsaydı. Büyücü olmayı istiyordum ama bu şekilde olmasını istediğimden pek emin değilim.'' dedim ve Myung Soo'ya döndüm. Myung Soo gülümseyip kolunu omzuma atmıştı. ''Ama o zaman beni tanıyamazdın.'' dedi ve gülümsedi. Gülümseyip ona sıkıca sarıldım. ''Doğru. Bu karmaşanın tek güzel tarafı seninle tanışmak zaten.''dedim ve başımı göğsüne yasladım. Fazlaca korkmuştum ve Myung Soo'nun varlığını hissederek güvende olduğumdan emin olmak istiyordum. 

Bir süre böyle kaldıktan sonra Myung Soo gülümseyerek yukarı çıkmamız gerektiğini yoksa işten kaçtığımız için bizi azarlayabileceklerini söyledi. Başımla onayladım ve Myung Soo'nun elinden tutarak üst kata çıktım. Bir kaç hesap soran bakışla karşılaşmayı bekliyordum ama yokluğumuzu fark etmemiş gibi görünüyorlardı. Bu yüzden olabildiğince sessiz hareket ederek eski yerlerimize oturduk ve gazetelerle ilgilenme işine geri döndük.  

AY TAŞI IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin