< VII >

5 0 0
                                    

Ertesi sabah güne oldukça yorgun başlamıştım. Genelde Myung Soo'dan önce uyanırdım ama bugün öyle olmamıştı. Gözlerimi zar zor araladığımda Myung Soo bana bakıp gülüyordu. ''Çok derin uyuyordun. Seni ilk defa böyle görüyorum.'' dedi ve ''Günaydın.'' diye ekledi. Ağır hareketlerle yatakta doğrulup esnedim. ''Günaydın.'' diye cevap verdim Myung Soo'ya, hala gözlerim kapalıyken. 

Ayaklarımı yataktan sallandırıp yavaşça gözlerimi açtım. ''Sen gece mışıl mışıl uyurken ben oturuyordum. Bırak da birazcık uyuyayım. Seni de hiç anlamıyorum doğrusu. Durum bu kadar karışıkken nasıl öylece uyuyabildin?''dedim yataktan çıkıp banyoya giderken. ''Görev bilinci. Durum daha karışık olsa bile rahatlıkla uyuyabilirim ben. Bu köşkte sizi korumak için eğitim alırken edindiğim bir beceri.'' diye cevap vermişti Myung Soo. Bununla gurur duyuyor gibiydi.

Hazırlanıp banyodan çıktığımda Myung Soo yatağa oturmuş dün cebine sıkıştırdığı şişe ile oynuyordu. Yanına oturup şişenin ne olduğunu sordum. Gözlerini şişeden ayırmadan ''Bilmiyorum.'' diye mırıldandı. ''Ama Sung Jong'un söyleyecek bir kaç cümlesi olabilir tabi. O yüzden bir an önce kahvaltı için gidelim.'' dedi ve ayağa kalkıp yürümeye başladı. Sessizce onu takip ettim. 

Yemek salonuna girdiğimizde herkes çoktan gelmişti. Salon oldukça sessiz olduğundan Myung Soo ile birlikte bizim için ayrılan yerlere oturduk ve bir şeyler yemeye başladık. Bu saraya geldiğimizden beri yaptığımız en sessiz kahvaltıydı. Çatal bıçak sesleri dışında hiçbir ses yoktu. Çocukların burada olmaması ve içinde bulunduğumuz durumun böyle bir etki bırakmasını beklediğim için bu sessizliği hiç yadırgamamıştım. 

Kanae sandalyesinden kalkmış ama sonra gitmekten vazgeçip geri oturmuştu. ''Myung Soo dün ertelediğimiz 'Bir de' konusunu konuşmak için harika bir zaman, değil mi?'' dedi arkasına yaslanırken. Myung Soo elindeki meyve suyundan bir yudum almış ve elini cebine atmıştı. Yutkunduktan sonra ''Aslında'' dedi ve şişeyi cebinden çıkartıp masanın üzerine bıraktı. Kanae'nin işareti ile bir saray çalışanı onu masanın üzerinden almış ve Kanae'ye götürmüştü.''Bu şişe dışında bir şey yok. Öldürmek için kullandıkları zehir olduğunu düşünüyoruz ama kanıtlayacak bir bilgimiz de yok.'' diye ekledi Myung Soo, Sung Jong'a bakarak. ''Tüm gece kitapları karıştırdım ama benim de pek bir fikrim yok. Üzgünüm.'' dedi Sung Jong başını öne eğerek. 

''Bulana kadar araştırın o zaman.'' demişti Kanae. Konuşmaya devam edeceği vücut hareketlerinden belliydi ama açılan kapı onu durdurmuştu. Gelen kişiyle hiç ilgilenmediğim için gözlerimi Kanae'den ayırmamıştım. Onun söyleyecekleri daha fazla ilgimi çekiyordu ta ki odaya giren kişi konuşmaya başlayana kadar.

 ''Böldüğüm için özür dilerim.'' dediğinde kafamı hızla kapıya doğru çevirmiştim. Onu burada, bu şekilde görmeyi hiç beklemiyordum. Göz göze geldiğimizde gülümseyip başıyla yavaşça selam vermişti. Bense çoktan kocaman gülümsemeye başlamıştım bile. 

''Beklediğimden daha erken geldin Dae Hyun. Shinjiro'nun bu kadar hızlı olacağını hiç düşünmemiştim doğrusu. Ayrıca bu halin ne? İnsanların arasında yaşamayı fazla sevmiş olmalısın. Bu halinle bir Norn olduğuna inanmak zor doğrusu.'' dedi ve yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirdi. 

''Haklısınız ama acele ettiğim için görünüşümü ve kıyafetlerimi değiştirme fırsatı bulamadım. Bağışlayın lütfen. İnsanların arasında yaşamayı sevdiğimi de inkar edemeyeceğim. Bu düşündüğünüzden daha eğlenceli Kralım.'' dedi gülümseyerek ve odaya göz gezdirdi. ''Kraliçe burada değil mi? Çünkü Shinjiro-sama'nın çağrısıyla değil, Kraliçenin emriyle geldim.'' diye ekledi sakince.

Kanae'nin yüzündeki alaycı gülümseme kaybolmuştu. ''Satir sarayında. Seni çağırdığını bilmiyordum.'' dedi kaşlarını çatarak. Kafasını sağ tarafa çevirdiğinde Sung Kyu ile göz göze gelmişlerdi ve Kanae ancak o zaman durumun garipliğini fark etti. ''Neden kendini tanıtmıyorsun? Burada seni ilk kez gören bir çok kişi var.'' dedi bakışlarını tekrar Dae Hyun'a yöneltirken.

''Affedersiniz. Adım Shin Dae Hyun. Norn ırkındanım. Shinjiro-sama'nın öğrencisi olarak saraya getirilmiştim. İsyan baş gösterdiğinde de Aoi Prenses ve Touma Prense yardımcı olmak için insan dünyasına gönderildim. Siz insan dünyasına geldiğinizde de saraya geri döndüm. Karşılaşmamış olmamız bundan dolayı. Gerçi Minel prenses ile sıkça karşılaştık.'' dedi gülümseyerek.

''Kraliçe'' diye mırıldanmıştı Myung Soo. Bense bu detaya hiç takılmamıştım ve hala kocaman gülümsüyordum. Dae Hyun'u burada göreceğimi hiç düşünmemiştim ve nedense bu beni rahatlatmıştı. Dae Hyun hiç beklemeden ''Ah size bir kaç hediye getirdim. İzninizle verebilir miyim?'' diye sordu. Kanae başıyla onaylayınca dışarı çıktı ve bir sepetle geri döndü. İçi incir dolu bir sepetle... Herkese birer tane ikram etti ve nasıl yemeleri gerektiğini gösterdi. Kızlar ve ben zaten biliyorduk. Kanae ve çocuklar inciri yerken de şişeye göz atmıştı. 

Kanae inciri yedikten sonra bunun ne olduğunu sordu. ''Bu bir meyve. Ficus Carica*. İnsanlar 'İncir' demeyi tercih ederler ama. Oldukça lezzetli, değil mi?'' dedi gülümseyerek. Ye Jin ''Neredeyse incirin tadını unutuyormuşum ama bunları neden getirdin?'' diye sormuştu sepetten bir tane daha alırken. ''Çünkü bu Manticoreların kullandığı zehrin hammaddesi.'' dedi Dae Hyun. Ye Jin şok olmuş bir şekilde elindeki inciri sepete geri bırakmıştı. Dae Hyun yanlış bir şey söylediğini fark edip ''Bağışlayın lütfen. Bu hali ile oldukça zararsızdır.'' dedi aceleyle. ''Hatta bir sürü faydası var.'' diye ekledi. 

Kanae ona dönüp ''Ne demek istiyorsun? Daha açık konuş.'' demişti. Sinirlendiği ses tonundan anlaşılıyordu. ''Bu zehir.'' deyip şişeyi eline aldı Dae Hyun. ''Ömrünü doldurmuş bir incir ağacının kökünden elde ediliyor. Herhangi bir canlının derisi ile temas ettiğinde çok ciddi yanıklara yol açabilir. Bu benim bildiğim tabi. İşin en kolay kısmı. Ben bile elde edebilirim. Bir Manticore bundan çok daha iyisini yapabilir. Şişenin içindeki zehir benim bildiğimden çok daha güçlü olmalı.'' dedi ve yavaşça şişeyi geri bıraktı. 

Kanae etkilendiğini hiç gizleme gereksinimi duymadan Dae Hyun'a bunları nereden bildiğini sormuştu. ''Ben insanların dünyasında bir kütüphane görevlisi olarak çalışıyordum. Minel prenses ile de orada karşılaşıyorduk zaten. Bu haberleri ilk prensesten duymuştum. Ondan sonra da çok araştırdım. Aslında insanlar farkında değiller ama bir kaç kitap karıştırmak bu tarz bilgileri elde etmek için yeterli oluyor. Ben bir kaç tanesinden daha fazlasına sahiptim. Kraliçe olayı anlattığında aklıma incirle ilgili bilgiler geldi. Zehir kesinlikle bu yolla elde edilmiş olmalı ama tek başına bu kadar güçlü olabilir mi, bilmiyorum.'' dedi bunu bilmiyor olmanın onu rahatsız ettiği hemen anlaşılıyordu.

 ''Tüm Norn ırkı aynı.'' diye düşünmüştüm. Dong Woo da bilmediği bir şeyle karşılaştığında rahatsız oluyordu. Sung Kyu arkasına yaslanıp ''Tek başına bu kadar etkili olup olamayacağını nasıl öğreneceğiz peki?'' diye sordu. Herkesin aklındaki soru da buydu. Hepimiz birbirimize baktık ama kimsenin bir fikri yoktu. Dae Hyun hariç. 

''Aslında izin verirseniz Kraliyet kütüphanesini kullanmak istiyorum.''dedi Dae Hyun Kanae'ye bakarak. ''Orada kesinlikle bununla ilgili bir bilgi vardır. Orada yoksa da, yine izin verirseniz tabi, Büyücülerin ve Elflerin kitaplığına da göz atmak isterim. Elflerden çok emin değilim ama Büyücüler Kulam hakkında bilgiye sahip olabilirler. Akraba Irk sayılıyorlar sonuçta. Sayılıyorlardı yani.''diye ekledi. 

''Kulam mı?'' diye sormuştu Sung Yeol. Bu da hepimizin merak ettiği sorulardandı.

Dae Hyun şaşırmış bir şekilde odaya göz gezdirmişti. Bu durumu gerçekten beklemiyor gibiydi. 

''Kralım...Siz gerçekten bilmiyor musunuz?''dedi Kanae'ye bakarak. Şaşkınlığını gizlemiyordu ya da gizleyemiyordu.

''Neyi bilmiyor muyuz?'' diye sordu Kanae. Dae Hyun'un her şeyi tek seferde açıklamıyor olması onu sinirlendiriyordu. 

''Manticore'un insanlar tarafından uydurulan bir isim olduğunu. Manticore'un aslında Kulamlar olduğunu.'' diye cevap verdi Dae Hyun gittikçe kaybolan sesiyle.



*Ficus Carica: İncirin bilimsel adı. 

AY TAŞI IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin