11.Bölüm

1.7K 118 25
                                    


Flashback: Ocak 1992

"Soğuk bir kış sabahıydı. Okula gitmek için hazırlanacaktım. Pijamalarımı çıkarınca aynanın karşısındaki çıplak bedenime baktım. Her bir zerresinde yer tutmuştu yaralar. Bir türlü bırakıp gitmiyorlardı bedenimi. Gerçi nasıl gitsinlerdi ki? Biri kabuk bağlamadan yenisi geliyordu. Böyle günleri devirmek ne zordu. Bir an gözlerimin dolduğunu farkettim. Aklıma o gelmişti; bir yıl önce kara toprağa emanet ettiğim yonca kokulu annem. Ardından babam olacak o müsveddenin hayatıma karanlık gibi çöküşü gelince, eh dağıldım haliyle. Hemen üzerime dolaptan çıkardığım kot pantolonumu, siyah kazağımı geçirdim. Askılıktan eskimeye yüz tutmuş montumu da alıp çıktım kapıdan. Sokağın köşesine varıncaya dek kızarmıştı bile burnum. Yine aynı köşede beni karşılamıştı Behiye. Gülümseyerek gittim yanına. O da bana sıcacık gülüşünü sundu ve sardı sıkıca. Sanki bilmiyor muydu o gülüşümün altında yatan dertleri? Biliyordu çünkü o benim en yakınımdı, canımdı, kardeşimdi. Kaç kez evini açtı bana, kaç kez annesi Ayşe Teyze'nin elinden çorba içtim bir bilseniz? Ama benim ona sevgimden başka verebileceğim bir şeyim yoktu. Evimi açamıyordum, şahit olmasın istiyordum oradan oraya savrulduğuma. Duymasın istiyordum, ağzımdan çıkan sızlayışları. Ama dedim ya o benim çocukluğumdu, annemden sonraki tek ailemdi. Yürüyorduk, çıt çıkmıyordu ikimizden de. Gözlerimiz konuşuyordu çünkü döküyordu bir bir hissettiklerimizi. Ha bir de Saniye var. Mahalleden diğer arkadaşım. Az ötede ki köşede bizi bekliyordur şimdi, yine kesin söylenecekti bize nerede kaldınız diye. Napacaktı, günün sadece bu vaktinde nefes alabiliyordu özgürce Ferihan. Hoş görecektir elbet diyordum kendime. Ne tuhaftır insanın yanında konuşacak bir kimsesi olmasına rağmen konuşmaması. Geçen iki yıl da bunu öğrenmiştim. Günün sonunda bedenime inen her darbede sığınacağım kimse yoktu ki rabbimden başka. Hep kendimle konuşmuştum, her seferinde içime akıtmıştım gözyaşlarımı. O yüzden Ferihan kolay kolay pek dile gelmiyordu eskisi gibi. Ne acı bir durum değil mi? Tomurcuktum ben, annemin gönül bahçesine ektiği. Büyüyüp açacak, güzel bir çiçek olacaktım. Ama o tomurcuk açmadan solmuştu bile."

Genç kadın okumuş olduğu her satırla yerle bir oluyordu yavaş yavaş. Ürke ürke başka tarihte başka bir sayfaya gitmişti eli.

Flashback: Mart 1993

"Anlayamıyordum Saniye'yi.
Ben ne yapmıştım ki ona da, haketmiştim bu sözleri. Sanki bilmiyordu yaşadıklarımı; bilmiyordu annemden sonra gözü dönen, vicdanı körelen babamı. Ee o zaman nasıl suçlu ben oldum şimdi? Nasıl babamı bu acımasızca eziyetlere sürükleyen ben oldum? Nasıl durduk yere evini terketmiş bir kadın oldum ki?"

***

Nefes'in gittikçe yüz ifadesi başka haller alıyordu. Kaşları çatılıyor, aklı almıyordu. Annesi genç yaşta neler yaşamıştı böyle? Tahir'in annesi ile yıllarca küs olma sebebi nereye dayanıyordu, merak ediyordu. Ama en çok da aklına gelen ihtimalden korkuyordu.

"Zamanında kapı aralığından duyduğu annesine dar edilen Sürmene olayında ya eli varsa, ya papatya kokulu annesini inciten kişiyse Tahir'in annesi?"

Genç kadın defetti aklındaki bu soruları şimdilik. Defterin kapağını usulca kapattı ve koydu yatağının altındaki kutunun içine. Üzerine ince yeşil hırkasını geçirip çıktı balkona. Annesinin her daim oturduğu köşeye çekti sandalyesini. Dikti yeşil gözlerini gökyüzüne, izlemeye başladı geceye hâkim yıldızları. Bir yandan da annesinin en sevdiği türküyü mırıldanmaya başladı.

"Karadeniz puslidur
Bulutlara yaslidur
Denizin çocukları
Hem asi hem mavidur

Karadeniz karasun
Boyna dalgalanasun
Ayri koyma kimseyi
Seven seveni alsun."

Mavi'nin DestanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin