Jongin'in içi içine sığmadı bütün ders boyunca. Defter köşesinden özenle koparılıp yine aynı özenle üzerine inci gibi yazılmış o bir parça beyaz kağıtta okuduğu tek cümle genç adamın aklını başından almıştı. O da dikkatini ders anlatan öğretmene vermek yerine boyuna hayal kurdu durdu.
Bir yandan tonton yarine dair gelecek planları yapıyor (eh nasılsa duyguları artık karşılıklı, yani sanıyor ki öyle) bir yandan keyifle deli deli gülüyor. Ama en çok da ders bitsin de yüreği güzel yüzünden daha da güzel sevdiceği ile adamakıllı konuşsun istiyor. Ah, ne var ki uzayan ders bir türlü bitmiyor, bitmek de bilmiyor.
Nihayet o günlük okulun sona erdiğini duyuran çıkış zili çaldıktan sonra öğrenciler teker teker sınıfı terk etmeye başladı fakat bugün diğer günlere nazaran bir tuhaflık vardı. Malum, sınıftan ilk çıkan olmak için birbiriyle yarışıyordu herkes. Çünkü hepsi bir an evvel evlerine varıp Jongin'in patlattığı bombayı sosyal medyada ilk duyuran olmak istiyordu.
Diğer herkesin aksine iki kişi çıkmak için acele etmedi. Biri normalde de zaten ağır ağır hazırlanan Kyungsoo oğlan, öteki ise çıkışta Kyungsoo ile kendi malum itirafı ve malum kağıt parçası ile gelen öteki malum itiraf hakkında konuşmak için uygun vakit kollayan Jongin.
"Öhöm öhöm, Kyungsoo? Hazırlandın mı?"
Sınıfın tamamen boşalmasını fırsat bilen genç aşık, soluğu aşığının ve nasipse müstakbel eşinin yanında aldı.
Tombul oğlan çantasının fermuarını sonuna kadar çekip saplarını da omuzlarına geçirdikten sonra ayağa kalktı ve gülümsedi.
"İşte oldu. Hazırım."
"Şey, senin için de şeyse... Yani demem o ki senin için de uygunsa, yani hani müsaitsen ve hemen eve gitmen gerekmiyorsa bir yerlere gidip bir şeyler içelim mi? Hem şey de yaparız, konuşuruz! Şey yaparız derken konuşuruz demek istedim. Sakın yanlış anlama. Zaten başka ne yapabiliriz ki? Ahahahha, ne kadar aptalım... Sen beni boş ver. Ne diyorsun? Olur mu?"
Jongin tam da her zaman yaptığı gibi konuşmayı ağzına yüzüne bulaştırınca susuyor. Ah oysa bütün sınıfın önünde nasıl da rahat ve kolay konuşmuştu. Söz konusu tatlı Kyungsoo olunca nedense koca bir aptala dönüşüyor.
"Ama önce annemleri aramalıyız. Olur mu? Ben hep aynı saatte evde olurum. Endişe ederler."
"Olur tabi ki. En doğrusu da bu zaten. Anneciğim merak etmesin seni. Yani anneciğin, senin annen. Benim annem niye merak etsin ki, değil mi?"
Kyungsoo'nun beklenti ile açılmış koca gözlerini kendine dikilmiş görünce panikleyen Jongin, saçmalamaktan vazgeçip sustu. Buna rağmen parıl parıl parlayan güzel gözler hala ona bakıyordu. Sanki bir şey istiyor da söylemek için sorulmasını bekliyor...
"Niçin öyle bakıyorsun Kyungsoo?" diye çekinerek sordu tonton oğlana. Ne çeşit bir cevabın kendini beklediğini bilmiyordu ama duymayı beklediği hiç de şöyle bir şey değildi mesela.
"Bana telefonunu ödünç verir misin Jongin? Benim telefonum yok. Şimdiye kadar hiç ihtiyacım olmamıştı. Babam üniversiteye başlayınca alacağına söz verdi. Ben de tamam dedim. Sanırım artık ihtiyacım olacak."
Kyungsoo şeker gibi tatlı tatlı kıkırdarken esmer oğlanın şaşkınlıkla çenesi düştü. Bu devirde mini mini bebeler bile cep telefonu ediniyorken gerçekten de telefon kullanmayan birileri var mıydı yani? Peki ya sondaki o sevimli kıkırtı? Ah! Kyungsoo daha ne kadar yiyilesi olabilirdi Tanrı aşkına!
"Buyur. Telefon. Kullanabilirsin."
O annesi ile konuşurken Jongin sessizce onu izledi. Tepkilerinden annesinin bu duruma kızmak ve izin vermemek yerine daha da mutlu olduğunu anlayabiliyordu. Kadın öyle neşelenmişti ki gür sesi telefondan dışarı taşıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Havuçlu Tarçınlı
Short Story"Umarım bir gün Kim Jongin gibi biri olabilirim." -Masum bir Kyungsoo, şapşal bir Jongin-