10❤️

1.4K 153 134
                                    

Jongin son üç haftadır acayip mutsuzdu çünkü bugün itibariyle başlayacak olan liseler arası basketbol turnuvası bölge elemeleri için yapılan kura sonucunda en zorlu rakipleriyle eşleşmişlerdi ve daha ilk maçtan kaybedip de turnuvaya rezilce veda etmemek adına bütün bu üç haftayı derslere bile girmeden canları çıkarcasına antrenman yapmakla geçirmişlerdi. Haliyle şirin mi şirin, tatlı mı tatlı, kıvamlı lokum sevdiceğini bu üç hafta müddetince arada yaptığı kısa süreli ziyaretler ve hazırladığı ziyafetler haricinde pek sık görememişti.

Kyungsoo antrenmanlara onu desteklemeye gelmeyi teklif etmişti tabi ama takım çoğu defa gecelere kadar durmaksızın çalıştığından dolayı Kyungsoo geri dönmek için takımı beklerse eve çok geç kalacaktı ve yalnız başına dönmesi de hayli tehlikeli olacaktı, bu yüzden Jongin onu bundan men etmişti. Zaman zaman bu kararından dolayı pişman oluyor, sonra yine kendisi ile gurur duymaya başlıyordu. Zira tontiş yarini görmenin dayanılmaz arzusuna rağmen onun güvenlik ve rahatını seçmiş, gerçek bir beyefendi gibi davranmıştı.

Her neyse, bu mevzu dışında genel anlamda - hususen maçın sonucu noktasında - fevkalade rahat ve fazlasıyla kendinden emindi. Bugünkü maç belki de turnuvanın en zor karşılaşması olmasına karşın Kim Jongin kendine ve takımına sonsuz güveniyordu. Bunun için çılgınlar gibi çalışmalarının ve tek tek tüm oyuncuların yetenekli olmasının yanında maça Kyungsoo da gelecekti ve Jongin bu maçı onun için muhakkak kazanacaktı.

Maçın başlamasına dakikalar kala koç, soyunma odasında formalarıyla hazır bekleyen öğrencilerine gür sesiyle bağırdı.

"Haydi aslanlar! Gidin ve bu maçı alın!"

Normal liselilere göre birkaç tık daha iri ve uzun olan takım oyuncuları hep bir ağızdan "Oss!" ya da "Azass!" ve benzeri bazı sesler çıkararak duvarları inletti. Motivasyonları gönül doyurur cinstendi.

Jongin aklında tombalak oğlan çocuğu olduğu halde takımına son bir kez seslendi.

"Hepimiz bugün için çok çalıştık çocuklar. Ama eminim ki rakip takım da çok çalıştı. Bu yüzden onları asla küçümsemeyeceğiz. Gerçek bir rakip ne yaparsa onu yapacağız; bu maçı bileğimizin hakkıyla alacağız. Olayımız hücum, geri durmak yok. Ribaunda abanın. Buzzer beat bizim."

Şortlarının donunu çeke çeke sahaya çıktılar, rakip takım da onlarla eş zamanlı olarak sahaya çıktı. İki okulun taraftarlarından da güçlü bir çığlık koptu ve tribünler bir anda sel gibi coştu. Jongin'in gözleri tribunlerde belirli bir kişiyi arıyordu ama özlemini çektiği o güzel yüzü bulamadı bir türlü. Geç kalmış falan olmalıydı, beş on dakikaya burada olurdu. Böyle düşünerek moralini yüksek tutmaya çalıştı. Sonra iki takım sahanın ortasında karşılıklı dizilip el sıkıştı, centilmence bir maç olmasını ve başarılar dilediler. Böylece oyun başladı.

Topa ilk dokunan Jongin olmuştu. Topu aldığı gibi seri paslaşmalarla hızla rakip potaya vardı ve maçın ilk ikiliğini atmayı denedi. Ne yazık ki rakip takım defansı ile ünlüydü ve tam da ünlerine yakışır biçimde basketi engellediler. Bu defa da ribaund için çarpıştılar ve top yeniden Jongin'in takımı Lions'a geçti. Yeni bir basket denemesinin sonunda bu kez top yine Kris Wu'nun takımı Dragons'a geçti.

Maçta iki takımın da beklentisinin çok ötesinde bir mücadele sergileniyordu ve ilk çeyrekte yalnızca dokuz sayı kaydedilmişti. Lions bir tane üçlük, bir tane ikilik ve Dragons iki tane ikilik. Bunun dışında kıran kırana bir çarpışma vardı, Jonginlerin agresif hücumuna karşı Krislerin titan duvarı savunması...

İkinci çeyreğe girmeden hemen önce Jongin'in gözleri yine tribünleri taradı, Kyungsoo hala ortada yoktu ve canı iyiden iyiye sıkılıyordu. Başına bir şey mi gelmişti acaba? Yoksa Kyungsoo kat'iyen sözünü tutmayacak bir çocuk değildi. İki eli kanda da olsa gelirdi. Zaten maç da çok zorlu geçiyordu ve bu endişeler zavallı oğlana hiç yardımcı olmuyordu.

Havuçlu TarçınlıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin