Çatlayan başıma aldırmadan kafamı pembe yastığıma gömebileceğim kadar çok gömüp yüzümü buruşturdum. Birazdan şafak sökecekti ancak ben hala kıvranıp duruyordum. Bir ayağımı yatağımın kenarından sallarken gözlerimi kısıp iç geçirdim. Yarın sabah çok erken saatte kalkmam gerekiyordu ve ben deli gibi uykum olmasına rağmen uyuyamıyordum. Kafamda ne olduğunu bilmediğim şeyler dönüp duruyordu. Bir anlık hatırlıyor sonra ani bir şekilde tekrar unutuyordum.Hızla doğrulup karanlığa aldırmadan mutfağa girdim. Belimden düşen pijama altımı son anda yakalayıp çekebildiğim kadar yukarı çektim. Ağzım kopacak kadar esnedikten sonra kuş yuvasına dönen saçlarımı kaşıyıp buzdolabını açtım. Burası adeta cennet gibiydi. Diğer tüm şeyleri es geçen keskin gözlerim dolabın altında saklı duran, elmastan bile daha değerli olan şeyi anında gördü.
Çizgifilmlerdeki gibi gözlerimden kalp çıktığına emindim. Ellerim titreyerek cennetten düşen şeye uzanıp dışarı çıkardım. Ağzımdan sular akarken değerli hazineyi masaya koyup yere eğilebildiğim kadar eğildim. "Sizi görmek benim için bir onurdur. Lütfen tadınıza bakmama izin verin ekselansları."
Başımı yavaşça kaldırınca bana şok içinde bakmakta olan en yakın arkadaşım ile göz göze geldik. Kutsanmış yüz ifademi silip kasvetli maskemi takıp konuştum, "Ne var?"
Cevap vermeyince göz kontağını kesmeyerek yerden kalkıp masaya oturdum. Daha sonra kendine gelip yanıtladı. "Sen sabahın beş buçuğunda neden çikolatalı pastanın önünde eğilip kendi kendine konuşuyorsun?"
"Düzgün konuş! Sen ne cüretle bu şekilde konuşursun. Ekselansları, diye hitap edeceksin."
Esnerken, "Sen cidden kafayı yedin artık. Git elini yüzünü yıka, zaten hazırlanman dört saat sürüyor," dedi ve karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Siyah saçları, benim kuş yuvası saçlarımın aksine hiç bozulmamıştı. Alecia'ya imrenerek baktım. Ben her sabah deli gibi saçlarım için uğraşırken onun tanrı vergisi düz saçları canımı sıkıyordu.
"Gelmeyeceğim ben okula bugün. İşlerim var."
Tek kaşını kaldırdı. "İş ve sen?" Başını hafifçe salladı. "En son işim var dediğinde beş saat ortalarda gözükmedin ve seni bulduğumuzda o kadar çok alışveriş yapmıştın ki," durup bakışlarını uzaklarda bir noktaya sabitledi. "Kabus gibiydin. Her yerde alışveriş torbaları vardı ve sen hepsini taşıyamadığın için ağlıyordun."
Hafifçe güldüm. "Bu sefer gerçekten işim var." Masanın üstündeki pastaya iç geçirerek baktım. "Biraz araştırma yapacağım."
Yaklaşık iki saat sonra her şey hazırdı. Hayatım boyunca okuyamayacağım kadar, yığınla kitap satın almıştım. Babama bir saatlik yalvarmamın sonucunda kitap alacağıma ikna olmuş, bütün masrafları karşılamıştı.
Alecia okulda olduğu için rahattım. Masamın üstünde duran kitapların hepsini özenle seçip almıştım. Hepsi eskiydi. Yeni basımlara güvenememiştim.
Gözüme en eski duran kitaptan başlayarak okumaya başladım.
Hepsi hemen hemen aynıydı. Hades, Persephone'yi yeraltı dünyasına kaçırıyordu. Persephone ise altı parça nar yediği için orada kalmak zorunda kalıyordu. Yeraltı dünyasından bir şey yersen, sonsuza kadar orada kalmak zorunda kalırsın kuralı...
Tanrıça Persephone orada nar yediği için kalmak zorundaydı ve benim nara alerjim vardı. Kendi kendime, ironi karşısında gülümsedim.
Gözlerim ağrımaya başladığında, neredeyse yarısına kadar geldiğim kitabı kapattım. Hemen hemen çoğu mitte aynı şey vardı. Sadece bazıları diğerlerine göre daha da kötüydü. Hades'in Persephone'ye yaptığı şey karşısında tüylerim diken diken olmuştu. Ancak içten içe sinirlenmiştim. Sanki bir yanım bunun doğru olmadığını biliyordu. Bir kaç kitapta Hades ve Persephone hakkında güzel şiirler vardı o kadar. Onlarda bilgi veren şeyler değildi zaten.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hades'in Tanrıçası
Novela JuvenilDünya bir anlığına durdu. Rüyada gibiydim. Karşımda duran ve az önce sevgilimi döven yabancıya sarılmak istiyordum. "Sizi tanıyor muyum?" Kuru olan biçimli dudaklarını ıslattı. Ve bütün dikkatim dudaklarına çekildi. Tüm gücümü toplayarak sert yüz...