18
Lise sonun son günleriydi. Stephan'la altı aydır doğru dürüst görüşmüyorduk. Okuldan sonraki yürüyüşlerimiz ve sohbetlerimiz bitmişti. Bazı günler, aynı yolda, karşı kaldırımda kardeşi ile yürüyordu, ve ben buna tahammül edemiyordum. Kaçıp gidiyordum, arka sokaklardan birine sapıp yolumu değiştirdiğim bile oluyordu.
Yılbaşı balosunda yaşananlar aklıma geliyordu. Gözlerimi kapatıp her bir ayrıntısını tek tek hatırlamaya çalışıyordum. Vücudunu kendime yaklaştırdığım o anı, saçlarının o nefesimi kesen kokusunu, ellerimi okşayan ellerini... Unutmamalıydım. Çünkü sarılabileceğim tek şey bu anlardı. Ve bu anların bedeli ikimiz için de çok ağır olmuştu.
Sadece birkaç kere, okulun koridorunda, ona bakmaktan kendimi alıkoyamadım. Beni gördü. Bana baktı. Gözleriyle bana dokunda sanki. Elindeki acı kahvenin kokusunu o mesafeden aldım. Sonra bir şey demeden sınıfa girdi.
Bir diğer yandan piyanoyla ilgili çalışmalarım çok iyi gidiyordu. Daha önce Seul konservatuvarına gitmek tek hedefimken, Bayan Frederika'nın yönlendirmesiyle Berlin'deki, hatta Almanya'nın başka şehirlerindeki okullara da başvurmaya karar vermiştim. Hükümetten kazandığım sanat burslarıyla bu plan imkansız değildi. Sürekli çalışıyor ve kayıtlar yapıyorduk. Formlar dolduruyor, referans mektupları alıyorduk. Hayatımı geride bırakıp, bambaşka bir hayata başlama fikri beni çok heyecanlandırıyor ve daha sıkı çalışmama neden oluyordu. Çevremdeki beni önemsemeyen insanlardan uzakta, beni sürekli yetersiz gören, bir türlü mutlu edemediğim babamdan uzakta... Kendi seçimlerimi yapıp, kendi sorumluluğumu alarak...18 yaşında olmak heyecan vericiydi.
Görüşüp konuşmasak da Stephan'ın da benzer bir heyecan yaşadığını tahmin ediyordum. Berlin'deki okula çoktan kabul edilmişti ve mayısın sonunda ailesi burada kalırken, o Almanya'ya dönecekti. Onun peşinden gitmek tek şansımdı. Almanya'da ona sarılmak ve bir daha onu hiç bırakmamak istiyordum.
***
Okulun son haftasında gerginliğim doruk noktasındaydı. Herhangi bir şey düşünemiyor, hiçbir şeye konsantre olamıyordum. İşte yine böyle bir günde, kafamı dağıtmak için deniz kenarına gelmiştim. Kulağımda kulaklıkla ufku seyrediyordum. Umut... Umut beslemek ne zor bir şeydi. Umut sahibi olmak güzeldi elbet. Ama umudun olduğu yerde bekleyiş vardı, sıkıntı vardı, endişe vardı.
Dinlediğim müzik bir mesaj sesiyle kesilince önce yüzümü buruşturdum ve isteksizce telefonun ekranına baktım.
"Gönderen: Berlin Yüksek Sanat Akademisi
Sayın Min Yoongi,
Berlin Yüksek Sanat Akademisi olarak okulumuza yaptığınız başvurunun olumlu sonuçlandığını bildirmek isteriz.
Kayıt tarihlerini, istenen belgeleri ve akademik takvimi ekteki dosyada bulabilirsiniz.
Başarılarınızın devamını dileriz!"
Ben pek ani tepkileri olan biri değilimdir. Sevindiğimde insanlar fark etmez bile. Bu yüzden gözlerimden akan yaşlar ve içimden çıkan haykırış beni bile şaşırtmıştı. Olduğum yerde zıplayıp, kollarım havada denize doğru haykırıyorum.
Heyecanla Bayan Frederika'yı aradım. Çok sevinmişti.
"Başaracağını biliyordum Yoongi. Çok sevindim" dedi. Sonra aramızda kısa bir sessizlik oldu. Bunca zamandır ona verdiğim sözü tutmuştum ama şimdi çok heyecanlıydım ve ne diyeceğimi bilmiyordum. Neyse ki çok zeki bir kadındı ve bir şey dememe gerek bırakmadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Niebieski - Yoonseok- "Bir Min Yoongi Hikâyesi"
FanfictionBayan Valentine titreyen ellerini suratımda gezdirdi ve beni ışıldayan gözlerle süzdü. "Niebieski" dedi. Hemen yanımda duran Hoseok bana döndü "Ne diyor?" Omuz silkerek "Bilmiyorum" dedim. "Her halde kendi dilinde konuşuyor" "Benimle Kal" hikayesini...