dört

5.4K 784 243
                                    

O akşam eve gitmedim. Taehyung'la beraber, sarılarak uyuduk. Annesinden izin alıp lambayı kapatmadık, şemsiyenin altındaki yıldızları izliyorduk, yan yana uzanmıştık.

"Bu hiç adil değil."

Ben sırt üstü uzanırken o yan dönmüş, saçlarımla oynuyor, eliyle küçük bukleler yapıyordu. Gözlerimi yıldızlardan ayırıp ona baktım.

"Ne?"

"Bu, bu yaptığın. Harika bir şey ama yıldızları getirmek isteyen bendim." Asla yüzüme bakmıyor, gözlerini saçlarımdan ayırmıyordu. Gözlerine yansıyan yıldız gölgeleri sanki ait oldukları yeri bulmuş gibi parlıyordu. Çok güzel bir çocuktu. Kirpiklerine kadar güzeldi hem de. Parmakları inceydi, saçlarımda öyle bir geziniyordu ki gökkuşağından tozlar dökülüyormuş da saçlarıma konuyormuş gibi hissediyordum. On yaşındaydım ama onun güzelliğini idrak edecek kadar bilinçliydim.

"Her nasılsa yıldızlara beraber dokunacaktık, Taehyung." Saçlarımı bırakıp o da benim gibi sırt üstü yattı. Şimdi gözlerimiz, tavandaydı.

"Sana borçlandım. Yıldızlardan daha güzel bir şey varsa, bir gün onu sana getireceğim."

"Sorun değil." Tekrar bana dönmüş ve kolunu belime sarıp gözlerini yummuştu. Artık uyuyacaktı anlaşılan.

"Olsun, ben yine de yapacağım."

Sabah karnımızı iyice doyurduktan sonra annem gelip bizi aldı ve maçın olduğu salona götürdü. Taehyung o kadar mutluydu ki maç sonu bana anlattığı şeylerin hiçbirini hatırlamadığımı fark ettim. Çünkü ona odaklanmıştım, büyük gülüşüne her zaman şahit olamıyordum.

Maçtan sonra annem bizi panayıra götürmüştü. Salıncağa binmek istemiştim ama ben binersem Taehyung yalnız kalırdı. İlerledik, köşede yaşlı bir adam yapboz yarışması yapıyordu. Ona katıldık. On bir kişinin arasından Taehyung birinci olmuştu, şaşırtıcı bir durum değildi benim için. Yaşlı adam ona küçük bir bez kese vermişti.

Dönüş yolunda annem ikimize çıtır balık almıştı. Çubuktaki balığı azar azar yemek ile uğraşırken dönüp keseyi bana uzattı.

"Al."

"Bunu sen kazandın ama." Omuz silkti. Bir yandan balığını yiyor, bir yandan da torbayı almam için ısrar ediyordu.

"Ben de sana veriyorum. Bu bir dilek tohumuymuş. Bir dilek tutup toprağa ekmen gerek, eğer yeşerirse dileğin gerçek olurmuş." Torbayı alıp inceleye inceleye yürürken balığı düşürmemeye gayret ediyordum.

"Dilek hakkını bana mı veriyorsun yani?"

"Şu an istediğim bir şey yok, Jungkook. İstediğim şey seninle olmak, buna zaten sahibim."

Buna zaten sahiptik, o zamanlar.

On üçüncü yaş günümde büyükbabam vefat etti. Taehyung o gün için büyük olmasa da bir parti düzenlemişti, öğleden önce aldığımız haber ile apar topar uzakta kalan köye, doğduğum eve gittik. Taehyung da yarı yolda bize yetişmişti. Annem az kalsın virajı dönecekken onu eziyordu. Ellerini arka camda oturduğum tarafa sabitlemiş, nefes nefese bana bakıyordu. Annem kapıyı açıp onu içeri aldı.

"Neden koştun, haline bak." Annem ona bir su uzattı, ben de sırtını sıvazladım. Cebinden ilacını çıkarıp bir kez içine çekti. Şimdi daha iyiydi.

"Seni-seni yalnız bırakamazdım." Kısık nefesleri arasından yaptığı konuşma sonrasında kısa bir öksürük bulmuştu onu. Koşamazdı, koşmamalıydı. Sırf doğum günüm diye, kötü bir gün geçiriyorum diye benim için koşmamalıydı.

Nefesleri düzene girsin diye uzanıp kollarım arasına aldım onu. Bir keresinde ona sarılmamın, onu çok iyi hissettirdiğini söylemişti. Sana sarılınca ciğerlerime kır çiçeklerinin kokusu doluyor sanki, demişti.

Akşam olmadan varmıştık köye. Annem üzgündü, büyükannem üzgündü. Ben de üzgündüm fakat bu hüznün derecesini kestiremiyordum. Annemin babasıydı, büyükannemin kocası ve köydekilerin dostuydu. Ben onu hayatımda birkaç kez görmüştüm. Hala çocuktum, birinin ölmesi ne demek biliyordum fakat hislerim bunu tarif edemiyordu. Üzgündüm, sadece bu kadar.

O akşam annem, büyükannem ile beraber uyumuştu. Yaza ramak kalan gecelerden birindeydik, hava oldukça sıcaktı. Cibinliğin altında Taehyung ile uzanmış, dışarıdan gelen böcek seslerini ve su sesini dinliyorduk. Kapıları kapatmamıştık. Verandadan içeriye ışık vuruyordu. Bu ev, bu ahşap zemin, bu şilte bana oldukça tanıdıktı. Buraya ait gibi hissetmiyordum yine de. Ellerim göğsümde, bambaşka bir yerde uzanıyordum.

"Doğum günün kutlu, Jungkook." Göğsümdeki ellerimin üzerine avcunu yerleştirdi. Bana dönük yatıyordu ama ben başımı çeviremiyordum. Acaba annem babasını kaybettiği için artık benimle aynı kişi mi sayılırdı? Ama aramızda farklar vardı.

Onun babası ölmüştü. Benim babam ise gitmişti.

"Doğduğun için çok mutluyum. Dışarıda avaz avaz bağıran böcekler kadar mutluyum. Lütfen, hep benimle kal." Fısıldayan sesi, gecenin gürültüsü arasından kulaklarıma ulaştığında gözümden bir yaş ilerledi yastığıma doğru. Gözlerimi yumup ağlamamayı diledim. Yana, Taehyung'a döndüm, dizlerimi kırıp ellerimi yumruk yaptım. Gözlerimi açmak istemiyordum. Ölmek istemiyordum.

Gözlerimi Taehyung, dudakları ile açtı.

İki küçük buse hissettim ıslak kirpiklerim üzerinde. Sımsıkı göz kapaklarım gevşedi, en sonunda aralandı. Taehyung karşımda, aynı ıslak gözler ile bakıyordu bana. O kadar yakındı ki bana acaba dedim, acaba bunlar benim yaşlarım mı? Yaşlarımız da birdi artık yoksa?

"İyi ki bu yeryüzünde varlığın, varlığımla rastlaştı. Sen benim tek arkadaşım, gölgelerimi paylaştığım kişisin."

Yüzümde gezinen küçük parmakları enseme indi ve beni kendisine çekip sımsıkı sarıldı. Boynuna değen yüzüm, tenini ıslatmıştı çoktan. Saçlarımı okşamaya devam etti, arada bir şeyler mırıldandı. Gürültülü bir geceydi fakat benim işitme yetim, sadece Taehyung içindi.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
papir skyggerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin