on

4.6K 673 119
                                    

Uyuyamadım.

Yaklaşık bir ay boyunca uyku problemi çektim. Şehir, gürültülüydü. Seul asla susmuyordu ve sürekli hareket halindeydi. Ben buna alışık değildim, ben buna alışamazdım. Artık büyük bir odam vardı fakat pencereden sadece binaları görebiliyordum. Gün batımını izleyemiyordum. Ağaçlara tırmanamıyordum çünkü görebildiğim ağaçlar kamu malına dahil gibiydi. Etraf pis kokuyordu çoğu zaman. Annem yeni kıyafetler almıştı fakat hiçbirini giymiyordum.

En zoru da gecelerdi. Kulaklarıma dolan tüm o kuru gürültü, gözlerim önünden gitmeyen sokak ışıkları beni rahat bırakmıyor ve uyutmuyordu. Yaz tatilinin bitmesine bir ay kalmıştı ve ben o bir ay boyunca defalarca yerimden sıçrayarak uyanmadığım bir uyku hatırlamıyordum.

Yeni okula başladığım ilk hafta, etrafta ölü gibi gezinmiştim. İyi değildim, özlediğim şeyler canımı yakıyordu. O bir haftanın sonunda annem terapistten randevu almış, ona gittik. Doktor bana bir sürü şey sordu, bir sürü. Hiçbirini cevaplamak istemiyordum. Cevaplamak şöyle dursun, konuşmaya bile mecalim yoktu. Anneme bir şeyler söyledi. Toplam beş kez daha gitmiştim. Bir okul dönemi içerisinde beş kez.

Bana sınıfım hakkında soru soruyordu. Ben onları tanımıyordum, ne anlatabilirdim ki? Sevdiğim, yapmaktan hoşlandığım şeyleri sordu. Hiçbirini bilmiyordum. Benim hoşuma ne giderdi? Beni ne gülümsetirdi?

Beşinci terapide ağlamıştım. Bu doktoru heyecanlandırmıştı ya da ilk defa soru sormak dışında bir eylem gerçekleştirdiği için böyle düşünüyordum. Oturduğu, ya sa saklandığı mı demeliyim, büyük masanın ardından kalkıp yanıma oturdu ve bana sarıldı. Hiçbir şey söylemedim. Hiçbir şey anlatmadım çünkü daha ben neden ağladığımı bilmezken ona bir şey diyemezdim. Onu itip dışarı, annemin yanına gittim. Eve geldiğimizde, sonraki günlerde sürekli bana nasıl olduğumla ilgili şeyler sorup durdu. Cevap vermedim. Beni tekrar terapiye götürmek istedi, kabul etmedim. Hırçınlaştım, kabalaştım ama kesinlikle gitmedim. Gitmedim.

Liseye geçene kadar böyle sürmüştü. Annemle konuşmuyordum. Kimseyle konuşmuyordum. Yalnızca, yatağımın yanına astığım, on üç yaşındaki bir çocuğun çizimine bakıyordum.

Gittiğim lise spor aktiviteleriyle ünlüydü ve o yıl branşlara yeni öğrenciler alınıyordu. İlk yıl, oyalanacak bir şeyler olsun diye basketbola katılmıştım. Fakat takım oyunu hiç bana göre değildi, ayrılmam uzun sürmedi. Daha sonra yüzmeye yazıldım. Bu da fazla disiplin isteyen bir spordu, benim kolumu kaldıracak halim yoktu. Böyle böyle bir sürü sporu deneyimlemiştim fakat hiçbirine ait hissetmiyordum kendimi.

İkinci sınıfa geçtim yıl, turnuva olduğunu duydum. Ülkedeki liseler arası bir yarışmaydı, her branştan katılım vardı. Ben sporu geride bıraktığımı düşünürken, basketbol koçu takıma girmem için ısrar etmişti. Kaybedecek bir şeyim yok deyip tekrar katıldım. Artık eskisi gibi çelimsiz bir bünyeye sahip değildim. Sıkı bir çalışma ile eski formumu yakalayabilirdim.

Takım kaptanı, üst sınıflardan Min Yoongi'ydi. Herkes ondan çekinir, ona göre oynardı. Belli bir ağırlığı vardı. Sürekli koç ile konuşur dururdu. İlk başlarda ondan ürktüğümü inkar edemezdim. Fakat zaman geçtikçe o da benim için diğer insanlar gibi olmuştu. Sertti, soğuktu fakat bu onun kabuğuydu. Onda biraz da kendimi görmüştüm. Çünkü bu okulda geçirdiğim her gün insanlar benim hakkımda asılsız şeyler söyleyip durmuştu. Bir keresinde Min Yoongi için seri katil dediklerini dahi duymuştum. Oysa o, kampa gittiğimizde peşimize takılan yavru köpeği sahiplenmişti. Dediğim gibi, insanlar asla dağın ardını göremiyordu.

Turnuva yaklaştıkça çalışmalar da sıklaşmıştı. Derslerde iyiydim, tüm bu aktif olma şeylerinden dolayı öğretmenler sıkıntı çıkarmıyordu, okul müdürünün emriydi. Sabahları koşuya çıkıyor, sonrasında kahvaltı yaptıktan sonra okula gidiyordum. Okuldan sonra da antremanlar oluyordu. Annem çok sıkı çalışıyordu. Bu esnada ikimiz de evde vakit geçiriyor, birbirimizi görmüyorduk. Görmek istiyor muydum bundan da emin değildim üstelik.

Taşındığımız için çok mutluydu. O gün bana bir sürü vaatte bulunmuştu. Çok mutlu olacaktık. Her şey yolunda gidecek, güzel bir hayatımız olacaktı. Yeni iş, yeni ev, yeni okul ve yeni şehir. Yeni arkadaş, bile demişti.

Benim hiç arkadaşım yoktu.

İlk maçtan önceki gün, annem akşam yemeğinde olmam için mesaj atmıştı. Bir süre sessizce yemeğimizi yemiştik, dışarıdan gelen gürültüler eşliğinde.

"Yarın izin alıp seni izlemeye geleceğim. İyi iş çıkaracağını biliyorum." demişti. Ona, nereden biliyorsun, diye sormak gelmişti içimden. Gerçek manada, benimle alakalı şu son zamanlarda ne biliyorsun diye sormak istedim. Hiçbir şey demedim. Başımı salladım, yemeğimi bitirip odama gittim.

Maç günü salona erken gitmiştim. Biraz kafamı toparlamak istemiştim. Kendimi yormadan ısındım, bir iki tur koştum. En sonunda topun üzerine oturmuş, duvara yaslı bir şekilde buldum kendimi. Tüm bunlar, bu hareketli şeyler beni rahatlatsa da tuhaftı. Hayatımın bundan önceki yılları sakinlik üzerine kuruluydu. Koşmazdım, kendimi yormazdım. Hızlı bile yürümezdim. Tüm bunlar kalbimi acıtıyordu. Gözlerimi kapattığım an gördüğüm o bayır, hissettiğim o rüzgar, duyduğum o cümle kalbime paslı bıçakların saplanmasına neden oluyordu.

Sana kağıttan gölgeler yapmayı öğreteceğim.

"Jungkook oppa?"

Gözlerimi açtığımda, karşımda turuncu beyaz kıyafeti ve bir elinde ponponu, diğerinde de su şisesi ile bana bakan Shin Soomin'i görmeyi beklemiyordum.

"Yorgun gözüküyorsun. Henüz içmedim, lütfen al." Onunla bir iki konuşmuşluğumuz vardı, amigo takımındaki tüm kızlarla en az bir kere konuşmuştum nasıl olsa. Sürekli neşeli neşeli etrafta olmalarına anlam veremesem de hepsi iyi kızlardı, okulun görsel ihtiyacını fazlasıyla karşılıyorlardı. Onu kırmamak adına suyu aldım ve içtim, cidden susamıştım.

"Teşekkürler."

"Bugün iyi bir iş çıkaracağını biliyorum. Sen, sen hep iyi oynarsın zaten." Sesindeki utanç yüzüne de yansımıştı, elmacık kemikleri gerçek bir elma olma yolunda ilerliyordu. Bu beni gülümsetmişti.

Orada birkaç dakika benimle oturdu. Daha sonra terli olduğumu, maçtan önce duş alıp kurulanmamı söyledi. Haklıydı. Maça çıkamazsam koç Min Yoongi ile birlik olup bana işkence edebilirdi. Kalkıp soyunma odasına ilerlerken Soomin bana seslendi.

"Jungkook oppa, maçtan sonra seni tekrar görmek istiyorum. Olur mu?" Ona döndüğümde başını oynadığı parmaklarına eğmiş olduğunu gördüm. Bu oldukça şirindi. Maçtan sonra bir planım yoktu. Muhtemelen kazanırsak bir yerlere gitmeyi teklif edeceklerdi fakat kalabalığa girmek istemiyordum. Soomin'in teklifi çok daha cazip gelmişti bu yüzden.

"Olur."


papir skyggerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin