ondört

4.4K 690 391
                                    

Kızgınım çünkü en başından beri Taehyung hikayeye hemen dönmeyecek dedim. Jeongguk'a kızın, sövün ama bu ne, ben Taekook için geldim tarzı yorumlar yapmayın. Tekrar diyorum, istemeyen okumasın. Sizin için kurguyu değiştirecek değilim. Ben burada eğlenmek için varım, sizden küfür yemek için değil. Şurada deli gibi smut yazsam göklere çıkaracaksınız fakat kafamda oluşturduğum dünyayı yazmama izin vermiyorsunuz. Bi salın beni, rica ediyorum.

Twitter: absimisa7

Annem ile yaptığımız limonata günleri geliyor aklıma. Küçük bir balkonda, demir sandalyelerde otururduk. O kitap okur veya bulmaca çözer ya da bir takım evraklarla uğraşırdı. Ben de ya yapboz oynardım ya da resim yapardım. Akşam güneşinin rengi annemin gözlüklerine yansıdığında sa büyük porselen bardaklarımızdaki limonatayı yudumlardık. Çok konuşmazdık ama bu konuşmama olayı sadece kelimeler ile olurdu. O bana bakıp gülümser, işine dönerdi. Ben hayran hayran ona bakar, resmime bir kalp eklerdim. Bu böyle akşamlar boyu sürerdi.

Fakat şimdi, iki yabancı bile sayılmazdık. Beni hala sevdiğini biliyordum, benim içimin aksine onunki ferahtı. Taşındığımızdan beri ona sarıldığımı bile hatırlamıyordum ama geceleri gelip üzerimi örttüğünü biliyordum. Hala onunla yaşamak zorundaydım, hala ona muhtaçtım fakat ruhumda ona dair hangi hisleri barındırdığımdan asla emin olamıyordum. Anne kelimesi diğer insanlara olduğu gibi pembe bulutlar, çiçekli kırlar demek değildi benim için.

Ona tarif edilemez derecede kırgındım.

Bu sıcak ve nemli havada, evde Soomin ile film izlediğimiz bir gün annemin çıkıp gelmesi isteyeceğim son şeydi. Soomin kucağındaki cips kasesi ile omzuma yaslanmıştı, ben uykuya yenik düşmemek için direniyordum ve birden salonda annem belirivermişti.

"Ah, Jungkook... Misafirin olacağını söylememiştin." Soomin'in heyecanla olduğu yerden kalktığını, kalkarken cipsleri birazını yere döktüğünüz ve yerlere kadar eğilerek annemi selamladığını hatırlıyorum. Bense hala olduğum yerdeydim, istifimi bozamazdım.

Soomin'in getirdiği DVD'yi bitirene kadar kalkmamıştık, bunu ben istemiştim. O her ne kadar bu durumdan biraz huzursuz olsa da umursamadım. Haftasonu aktivitemi annem için çöp etmek istemiyordum.

En sonunda film bittiğinde mutfağa gitmiştik, annem bir şeyler hazırlamıştı. Başka zaman olsa o an o varken orada kalmazdım ama Soomin acıkmıştı ve annemle aramdaki problem yüzünden ona kötü bir ev sahibi gibi davranamazdım. İkisi sohbet ediyordu. Annem ona sürekli sorular soruyor, Soomin büyük bir sabırla cevaplıyordu. Bu durumdan memnun olduğunu gözlerinden görebiliyordum. Çünkü her kız flörtleştiği çocuğun annesine kendini sevdirmek isterdi. Bu benim için de güzel bir detaydı.

"Lisedeyken ben de voleybol oynuyordum. İlerletmeyi düşünmedim ama o zamanlar bu eğlenceliydi."

"Ah, Jungkook da voleybolda çok iyi. Aslında o tüm dallarda iyi, hiç hatası yok!" Annem ufak bir gülümseme bırakıp çayını yudumladı ve elini Soomin'in omzuna koydu. Onları uzaktan, az önce izlediğim film gibi izliyordum.

"İlkokulda da spora yönelseydi şu an daha profesyonel olabilirdi. Ama o zamanlar ilgi alanlarını başkası dahilinde seçiyordu." Elimdeki çay tabağını güçlükle masaya koyabilmiştim. Bunu, bunu nasıl söyleyebilirdi?

"Çocuktu ama diğer çocuklar gibi olmadı. Koşup oynaması gerekirken bakıcı olmayı tercih etti. Bir arkadaşı vardı, hastaydı ve onun yüzünden kendini her şeyden geri çekti. Taehy-"

"Anne!"

Bu denli sert bir çıkışı ben bile beklememiştim kendimde. Ancak tüm o söyledikleri, beni anılarım ile boğulmuyormuşum gibi üstüne suçlaması, ithamlar kalbimi öyle sızlatmıştı ki dayanamadım. Ben kendi içimde karanlık odalarda kilitli kalmıştım ve şimdi annem tüm o odaları ateşe veriyordu.

"Sinirlenme hemen. Bu konuda haksız değilim. Soomin senin kız arkadaşın sonuçta, bunları o varken söylemek yanlış değil. Taehyung yüzünden-"

"Anne, yeter dedim!"

"Jungkook, çocuk değilsin artık. Bir şeylerden sıyrılman gerekiyor!"

O andan sonra neler olduğu bugün bile bulanık zihnimde. Porselen demliğin buzdolabına çarpıp düştüğünü hatırlıyorum, bardaklar ise her yerdeydi. Masadaki çörekler çaydan dolayı ıslanmıştı ve Soomin'in çığlığı doluyordu kulaklarıma. Etrafımda kollar vardı, titriyordum. Görüşüm net değildi, sesler puslu geliyordu kulağıma. Ya deliriyorum ya da ölüyorum, diye düşünüyordum sadece.

Sonrası, saf karanlıktı.

Bir yerlerdeydim. O vardı. Yüzü, hala berraktı. Elinde bir kalem, rüzgarın uçurduğu saçları ardından öylece bana bakıyordu. Ardına döndü, bayırdan görünen caddeye değdirdi gözlerini. Hala çok güzel, diye geçirmiştim içimden. Hala kusursuz. Fakat bir şeyler oldu ve rüzgar şiddetlendi. Kulağıma dolan solunum cihazının sesi beni öyle rahatsız etmişti ki ellerim ile kulaklarımı kapadım. Nafileydi, asla susmuyordu. Elinde başka bir şey daha olduğunu gördüm. Bir kağıt, duvarımdaki resim. Onun kaleminden çıkan, bana ait resim. Rüzgar şiddetlendikçe ağladığını görebiliyordum. Ağlayınca nefesi tıkanıyordu oysa. Başını arkaya atıp şiddetle ağladı. Ama asla onu duymuyordum. İşittiğim, sadece rüzgar ve cihaz sesi. Elleri gökyüzüne kalktı, ardından keskin bakışları bana ilişti. Kalemi elindeki resme sağladığı an kağıttan oluk oluk kan akmaya başladı. Göğsüm, öyle derin bir acı çekti ki o an bir işkencenin başrolü olduğumu ancak idrak edebildim. Kağıttan akan kanlar ayaklarıma ulaştı, o ağlamasını güçlendirdi, rüzgar artık rüzgar değildi. Kan içinde yüzüyordum, kan içinde boğuluyordum. Bu benim ıstırabımdı.

Bu kabusun nasıl bittiğini hiçbir zaman hatırlayamadım. Gözlerimi açtığımda Soomin yanı başımdaydı. Bir hastanedeydim ve sağ ayak bileğim sargılıydı, kolumda damar yolu açılmıştı. Neler olduğunu çok sonra anımsayabilmiştim.

Porselenler ayağımı kesmiş ve o kriz esnasında küçük çaplı bir kan kaybı yaşamışım. Nihayetinde bayıldığımda ise ambulans ile hastaneye gelmişim. Kaç saat uyuduğumu hatırlamıyorum ama uyandığımda güçten düşmüş gibiydim. Başım ağrıyordu, dönüyordu. Başımda olabilecek her şey oluyordu o an. Soomin'in elimi tuttuğunu bile çok sonra fark edebildim.

"Tanrım, Tanrım uyandın. Şükürler olsun, o kadar korktum ki..." Gözlerinden düşen yaşları silmek istedim ama takatim yoktu. Sadece bakmakla yetindim.

"Ben, ben hemen anneni çağırayım."

"H-hayır." Bir fısıltıdan farksız sesim ile onu durduğumda sadece başını salladı. Hiçbir şey söylemedi sonrasında. Elimi tutmaya, sessizce gözyaşı dökmeye devam etti. Arada yanağımı okşadı, göğsüme yattı. Annem ve doktor gelene kadar Soomin benim yapamadığımı yapıp, beni anladı.

 Annem ve doktor gelene kadar Soomin benim yapamadığımı yapıp, beni anladı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
papir skyggerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin