11/07/2012
Sevgilim,
Seni tanıyalı ne kadar uzun zaman geçtiğinin şimdilerde farkına varıyorum. Daha dün gibi aklımda seni ilk görüşüm. Şimdilerde ise üniversite başvurularımı yapıyorum.
Zaman çok hızlı geçiyor değil mi?
Ama benim için en hızlı geçen zaman bu mektubun tarihinin atıldığı dönemler.
Her şey çok hızlı oldu.
Okuldan mezun olmuştum, çiçekçiden ayrılmıştım, üniversite seçimi yapıp başvurularımı hazırlıyordum.
Ani bir kararla dans hayatımı bitirmiştim.
Annem devam etmemi söylese de içten içe sevindiğini biliyordum. Çünkü bu benim için çok fazlaydı. Okuldan dereceyle mezun olduğumda birçok farklı ülkeden burs teklifi almıştım. Gidip yeni bir hayata başlamayı düşünsem de vazgeçmem uzun sürmedi.
İlk olarak oralarda yaşayamazdım. Okul ücretini bile ödeyemeyecekken annemin benden diğer tüm masraflarımı karşılamasını bekleyemezdim.
İkinci olarak buraya aittim. Annem buradaydı, arkadaşlarım buradaydı ve en önemlisi sen hala buralardaydın. Yakınımda olmaman önemli değildi hala aynı ülke sınırları içerisindeydik ve ben bir gün yeniden seni göreceğimden fazlasıyla ümitliydim.
Değerlendirdiğim bir okulun başvurumu kabul etmesinin ardından üniversiteyi ziyaret etmek için şehirden ayrılmıştım.
Trende geçirdiğim üç saatin ardından vardığım şehir beni büyülemişti. Kalbim pır pır olmuş uçmayı bekliyordu. Artık gerçek bir yetişkin olmuştum ve burada kendi hayatımı kuracaktım. Henüz eve çıkacak parayı biriktiremediğimden ilk yılı yurtta geçirmeye karar vermiştim. O dönem nasıl olduysa Chanyeol bana ulaşmış ve çok büyük yardımlarda bulunmuştu. Onun sayesinde buradaydım ve onun teklifiyle yurt arkadaşı olacaktım.
Annem Chan'i çok severdi. "Seni kardeşi gibi koruyup, kolluyor." Derdi. O bunu derken Chan bana bakar ve yüzünün kızarmasına engel olamadan gülümserdi. İçinden tanıştığımız günü geçirdiğini bilirdim ve onun aksine ben şen bir kahakaha atardım.
Chanyeol harika bir insandı. Eğer sana değil de ona aşık olsam nasıl olurdu diye düşündüğüm zamanlar olduğunu itiraf etmeliyim. O benim için güvenli bir limandı. Sense onun yanında fırtınalı bir denizde kaybolan küçük bir kayık gibi hissettirirdin bana. Ama ne diyebilirim ben yine de senin denizinde ilerlemek isterdim. Sakinlik değildi aradığım. Tutkuyu istiyordum. Senin tutkulu aşkının beni yıkıp yok ettiğini bilsem de azgın dalgalarda sürüklenmeyi sorun etmiyordum.
Chan hakkına en sevdiğim şey ise seni bilen tek insandı. Yine içip sarhoş olduğum bir gün senin hakkında her şeyi anlattıktan sonra –her detayı- arkasına bile bakmadan kaçıp gitmesini beklediğim sabah bana senin hakkında bir bilgiyle gelmişti.
Burada okuyordun.
Elim ayağım nasıl titremişti anlatamam. Yazarken bile tüylerim ürperir. Sanki bu Tanrı'nın bizim için hazırladığı bir oyundu. Her yerde yollarımız kesişiyordu ve ben artık senin benim kaderimde olduğunu biliyordum.
Ama hiç bilmediğim şey senin kaderinde ben hiç geçmemiştim.
O temmuz sabahı Chanyeol trenden indikten sonra beni aldı ve yurt odamızı göstermek için güvenliğe dil dökmeye başladı. Güz dönemi başlamadığından yurtlar kilitli tutuluyordu ama Chanyeol fazlasıyla ısrarcıydı. Yaşlı adam sanırım daha fazla dinlememek için anahtarı elimize tutuşturup çabuk olmamız hakkında bir şeyler söylemişti.
Chan kolumdan çekiştirip ikinci kattaki bir odaya doğru götürdü beni. Her yıl odaların değiştiğini ve bu yıl için yeni odasının bu olduğunu söyledi. İçeriye geçip kendini seçtiği yatağa attı. Aramızda ufak bir kavga geçmişti çünkü kaloriferin hemen yanındaki yatağı o almıştı. Daha sonra sızlanmalarıma dayanamayıp yataktan kalktı ve benim olabileceğini söyledi.
Keyifle yatağa zıpladım ve rahatlığını test ettim. Çarşaflar yeni yıkanmış gibi gül kokuyordu. Gözlerimi kapatıp biraz daha kıpırdandığım sırada koluma batan sertlikle doğruldum.
Chan çoktan kapıya doğru gitmiş kalkmam gerektiğini söylüyordu. Onu umursamadan yatağın örtüsünü kaldırıp elimi gezdirdim.
Ve işte oradaydı. Küçük bir defter ellerimin arasında açmam için göz kırpıyordu. Chan acele etmem gerektiği hakkında söylenmeye devam ediyordu ve ben de o an aklıma gelen en hızlı fikri yaptım. Defteri yanımdaki küçük çantaya koydum.
O gün tüm gün boyunca caddelerde dolaştık. Chan senin hakkındaki anılarımı yüzüncü kez anlatışımı ilk kez duymuşçasına heyecanla dinledi. Ben onun Baek'i ne kadar sevdiğini bininci kez dinledim ve her seferinde kurduğum cümleyi tekrar ettim. "Sen onun için fazla iyisin." O da her seferinde yaptığını yapıp sigarasını yakmıştı.
Yaktığı beşinci sigaradan sonra ayrılma vaktimizin geldiğine karar verip çöktüğümüz banktan kalktım. Vedalaştıktan sonra tren garına doğru yürümeye başladım.
Tren çok geçmeden geldi ve boş bulduğum yere ilişip cam kenarından yansımamı setretmeye başladım. Karanlıktan açılan ışıklar gibi kafamda parlayan ampulle sabah çantama sıkıştırdığım defteri aramaya başladım. Kişisel bir şey olduğu beliydi ancak sahibi onu unuttuğu için er geç elime geçeceği düşüncesiyle onu izinsiz almamalıydın diyen vicdanımı susturup defteri açtım.
Kapağın sol alt köşesinde büyük bir "K" harfinin olduğu siyah deri bir defterdi. Ara ara şiirler, şarkılar ve alıntıların olduğu ayrıca üzerinde tarihlerin yazıldığı sararmış sayfalarıyla eski olduğunu tahmin etmiştim. Sayfaları hızlıca karıştırdığım sıralarda içindeki kırmızı gülleri gördüm. Kurumuş güller. Farklı farklı sayfalardaki beş kurumuş gül özenle yapıştırılmıştı ve üzerindeki tarihler birbirini takip eden yıllara aitti.
14/02/2008 "Kimsin?"
14/02/2009 "Kimsin?"
14/02/2010 "Olabilir misin?"
14/02/2011 "Sensin."
14/02/2012 "Sensin."
Gözlerim dolmaya başlamıştı. Bu olamazdı, değil mi? Son gülün yapışıldığı sayfa yaklaşık olarak defterin ortasına geliyordu ve ondan sonra farklı aralıklarla yazılmış birkaç sayfadan sonrası boştu. Artık dolduramayacaktı.
Son bir dürtüyle kapattığım defteri tekrar açtım. Bir yanım çoktan ümitlenmişti diğer yanım ise sıradan bir sevgilinin tuttuğu defter olduğuna inanıyordu. Bir umut tekrar karıştırsam da ipucuna rastlayamamıştım. Ta ki en arka sayfaya gelene kadar. Arka kapağın iç yüzünde kart, para gibi ince şeyleri koyabileceğin bölme vardı. Ama sahibi o ince bölmeye zor zahmet kalın bir şey sıkıştırmış olmalıydı ki olması gerekenden farklı duruyordu.
Bölmeyi aralayıp içindeki beyaz mendili çıkardım. Sıradan bir mendil olduğunu söyleyebilirdim. Ön yüzünü çevirene kadar.
Aklıma sızan birkaç anıyla sessizce yutkundum.
Bana gül verdiğin gün zihnimde tekrar oynadı.
Sana verdiğim mendil.
Mendilin ön yüzüne gümüş iplikle işlenmiş O.S gözümden ardı arkası kesilmeden yaşların düşmesine sebep oldu. Hıçkırıklarımı bastırarak mendili titreyen ellerimle açtım ve içinden beyaz bir kağıt ve gül yaprağı düştü kucağıma.
Yutkundum.
Kağıdı çevirdim.
Tek kelime.
"Sensin."
Beni biliyordun sevgilim. Aklındaydım. Ama asla beni öğrenemedin.
Sevgilerimle...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Odnoliub / Sekai
Short StorySevgilim, ben bugünü tam on bir yıl bekledim. Gereken sadece bir yıl daha. Sana bir yıl boyunca mektup yollayacağım. Her biri yanımdaki dolabın küçük çekmecesinde gideceği günü bekliyor. Neden hepsini bir seferde postalamadığımı sorma. Sorma çünkü o...