ÜÇÜNCÜ MEKTUP 21/03/2017

110 12 0
                                    

21/03/2008

Sevgilim,

Sana en başından beri hayranım. Baştan aşağı her şeyinle sana saygı duyuyorum. Asil duruşun, sıcacık gülüşün, centilmen tavırları, güneşin öptüğü esmer tenin ve hatta bir türlü sevemediğin basık burnunu bile seviyorum. Kusur diye saydığın güzelliklerinle aşığım sana.

Sana olan aşkımdan sonra gelen en büyük tutkum ise danstı. Küçüklüğümden beri bir kuş gibi oradan oraya kendimi savurur dans ederdim. En büyük hayalim senin de okuduğun o sanat okuluna kabul edilebilmekti. Okulun ücretlerini karşılayamayacağımızı biliyordum. Ama öylece vazgeçmek için tutkum çok güçlüydü. Bu yüzden o yıl sonu seçilecek üç burslu öğrenci arasına girebilmek için canla başla savaşıyordum.

Yine pratik yaptığım günlerden biriydi. O gün yaşlı bayan dükkanı açamayacak kadar grip olduğu için bana da izin vermişti. Tüm gün çalışmak için harika bir zamanım olmuştu ve bende en iyi şekilde değerlendirmek için o hafta sonunu havasız, küçücük çalışma odasında geçirmeye fazlasıyla istekliydim.

Saatler ilerlemişti, hava kararmaya hazırlanıyordu. Toparlanıp çıkmak için yarım saatimin kaldığını fark ettim. Saatinden önce çıkmazsam okulda kilitli kalabilirdim ki evet, daha önce başıma gelmişti.

İki kez.

Martın sonuna yaklaşmamıza rağmen içime işleyen o sert rüzgarı hala hatırlıyorum. İnce bir ceketim vardı ve benim yağmur yağmaması için dua etmekten başka şansım yoktu.

Hızlı adımlarla meydanda ilerledim. İnsanlar başlamaya hazırlanan yağmurdan kaçmak için buldukları ilk korunakların altına kaçışıyordu. Adımlarımı daha da hızlandırdım ama ne yaparsam yapayım ıslanacağımın farkındaydım. Daha eve yarım saatlik yolum vardı. Ama dedim ya ben böyleyim işte umut etmekten asla vazgeçmem. Bir umut eve yetişirim diye son sürat gitmeye devam ettim.

Ta ki karşıma boyundan büyük gitarını kaldırmaya çalışan küçük kız çocuğu çıkana kadar.

Islanmaması için koymaya çalıştığı kılıfa aceleden sokamıyordu gitarını. Koşarak adım yardıma yanına gittim. İkimiz birlikte kılıfına sokmayı başardığımız gitarın ardından yüzümü küçük kıza çevirdim.

Ağlıyordu.

Küçük yüzünü çekinerek avcuma aldım. Ne olduğunu sordum. Paraya ihtiyacı olduğunu ve çalması gerektiğini söyledi. Çıkarıp vermek istedim elimde avucumdakini ama kabul etmeyecekti. Biliyordum. Küçük ellerinden tutup bulduğum ilk dükkanın korunaklı tarafına oturttum onu. Burada çalabileceğini söyledim.

Yağmur yağana kadar çaldı. Hatta yağmur yağarken bile çalmaya devam etti. O çaldı. Ben dans ettim. Yağmurdan kemiklerim zangır zangır titreyene kadar dans ettim. O yağmura rağmen bizi izleyen bir kalabalık vardı. Ne olduğunu merak edenlerin arasına insanlar karışmaya devam ediyordu. Deli olduğumu düşündüklerini biliyorum çünkü bende olsam öyle düşünürdüm. Kim o şiddetli yağmurun altında sırılsıklam olmasına rağmen dans edebilirdi ki?

Sen ve ben.

Belki yağmurdan değil ama terden sırılsıklam olana kadar dans ettiğin, uykusuzluktan bayılacak kadar ayakta durduğun saatleri bir ben bilirim sevgilim.

Bende senin gibiyim.

Deli.

İnsanların seslerini duyabiliyordum ama bir kulağımdan girip öbüründen çıkıyordu. Sanki küçük kız zihnimin içinde çalıyordu en sevdiğim parçayı.

Bir-iki-üç parça derken dakikalarca dans ettim. Yorgunluktan yere yığılana kadar dans ettim ve nihayet ayaklarımın isyanı üzerine ıslak zemine düştüğümde kalabalığın dağıldığını, küçük kızın artık orada olmadığını ve bir süredir kendi kendime dans ettiğimi fark ettim. Kendimi kaybetmiştim. Tıpkı seni izlerken olduğu gibi.

Yerden destek alıp ayağa kalkmaya hazırlanıyordum ki avcuna kalbimi bırakmaya hazır olduğum el çıktı karşıma. Sabırsızca uzattığın elinle kalkmamı teklif ediyordun. Ne yapacağımı bilemedim. Şaşkınlık ve utançtan ne yapmam gerektiğini bilemedim ve sen sanki bunun çoktan farkındaymışçasına elini koluma uzatıp nazikçe ayağa kaldırdın beni. Nazik hareketine zıt can yakıcı bir gülümsemeyle.

Kalbim tekliyordu. Az daha ağzımdan fırlayıp önüne sunacaktım onu. Seslice boğazımı temizledim. Sanki az sonra tüm okulun önünde şiir okuyacak küçük bir çocuğun heyecanı vardı üzerimde.

"Dansçı mısın?" diye sordun bana. Yüzümü kaldırıp biçimli suratına baktım yakından. "İsterdim." Dedim.

Yine şu yakıcı gülümsemen...

"Eğer yeterince istersen sahip olmayacağın bir şey yoktur." Dedin. İçimden güldüm sana. "Bazen istemekle olmuyor." Dedim sen gibi... diyemedim.

Elime bir kağıt tutuşturdun. Elim ayağım bir pabuca girdi elimden düşürüverdim. Yine güldün. Bu seferki içten bir kahkahaydı.

"O halde yeterince çabalamıyorsundur." Dedin ve uzaklaştın.

Arkanda baka kaldım bir süre. Çok sonra aklım geldi başıma eğilip aldım yerden kağıt parçasını.

Sanat okulunun sembolünü taşıyan bir kart.

Arkasında bir not.

"Öncelikli aday." Yazıyordu. Başta anlamadım. Bunu dans öğretmenine götürüp sorduğumda çok şaşırdı ve bana mutlulukla sarıldı.

Bunun okulun bir geleneği olduğunu dışarıdan bir öğrenci bulduklarında bu kartı verdiklerini ve seçmelerde öncelik kazanıldığını öğrendim. Sen bunu tam üç yıl önce kazanmıştın. Bundan üç yıl sonra mezun olmadan önce bu kartı bana devretmiştin.

Sevgilim, sayende aşkın ne kadar kutsal olduğunu öğrendim. Sayende daha iyi bir adam oldum ve yine sayende beni, asla tanımadığın beni, hayallerine kavuşturdun.

O yıl okula girmeye hak kazandım. Senin oturduğun sıralarda oturacaktım, senin dans ettiğin salonlarda artık ben de dans edecektim, bu okulun her yerine sinen benliğin artık bana da ev sahipliği yapacaktı. Son yılında seninle olacaktım. Belki seninle dans edecektim, belki beni hatırlayacak ve benimle tanışmak isteyecektin. Belki,belki,belki... O yazı yüzlerce belkilerle geçirdim.

Ve nihayet okul açıldığında gerçek yüzüme tokat gibi vurdu.

Son yılında yüksek başarından yurtdışındaki bir okula nakil hakkı kazanmıştın.

Bir yıl seninle olmak yoktu.

Artık seninle olma fikri dahi yoktu.

Sen yoktun.

Sen gittin.

Ben bittim.

Odnoliub / SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin