Gece iyice sinerken acıların üstüne, masaya vurdu kadın rakı kadehini. Adam gibi değil, kadın gibi! Hoş, rakının adamı kadını olmazdı; acısı olurdu, yaraya kadar.
İnleyerek adamın adını sayıkladığı geceler kadar içtiği bilmem kaçıncı bardağı dikerken kafasına, "Hep sonradan geliyor aklım başıma." dedi. Ahmet Kaya'nın acısı gibi, hep sonradan sonradan. Devirdiği şişeler yetmiyordu, bir adamı birkaç saniyeliğine dahi unutmasına. "Geçmiyor anasını satayım, geçmiyor. Şu göğsüm var ya, alev alev. Hani şu içim var ya benim şu içim, yok ulan aslında yok!" diye haykırmaları karşısındaki boş sandalyeyi titretiyordu. Kadın, sandalye ile konuşuyordu. Boş bir sandalye. Bomboş. Yalnızlığını almış karşısına, içiyor kadın. Sonra başlıyor yine konuşmaya, konuştukça konuşuyor; konuştukça bir parça daha eksiliyor.
"Biliyor musun be sandalye, geçende fotoğrafını gördüm. Baktım uzun uzun. Canıma can dediğimi seyir ettim. Ah, dedim. Ah kirli sakallarını koklamak vardı şimdi. Öpmek vardı, kirpiklerinden. Devrim niteliğindeki eylemler. Bilir misin, ne çok severdi o, devrimleri. O, dünyaya devrimler getirmek isterdi, ben onu severek içimde devrimler yaratırdım bilmezdi.Tüm bunları düşünürken, aynı karede bulunduğu o kadına kaydı gözlerim. Sonradan fark ettim, sorma. Ben de diyordum ki, ne de güzel gülmüş, gülüşlerimi çalan adam; benim gülüşlerimle o kadına gülümsemiş meğer. Ve o kadın var ya sevgili sandalye, o kadın çok seviyor benim adamımı. Anladım. Hani aşk, insanın gözbebeklerine yansır ya, o kadının gözbebeklerine oturmuş benim ömrüm dediğim. Yine yakmış bir yüreği, sorma. Diledim ki, beni yaktığı kadar yakmasın, sonra o kadın da göremez rakı bardağının dibini hiç. Bir kare fotoğrafa haykırdım ulan ben! Sevin birbirinizi, üzmeyin, sahip çıkın diye haykırdım. Hakkım değildi, o kadının yerinde olmayı istemek. Ben yaptım hep. Bütün suç benim. Ben ittim onu, anlıyor musun? Ben ittim! Dedim ki ona, ben Piraye oldum be adam ve aşkımdan ölüyorum yine de dönmüyorum sana; sen de Nazım ol ve git başkalarına. Dönme bana, söz ver dönmeyeceksin bana hiç, dedim. Köpek gibi sevip özlerken, bana geri dönmemesi için yemin istedim ondan. Ben ne istiyorsam onu yaptı. Şimdi ne haddime onu istemek yeniden? Ellere emanet eden bendim hep. Anla be sandalye bari sen anla, acımı. Öyle acı birikmiş ki içimde, bana dönme diye yalvardım ona. Şimdi, o karedeki kadın öpecek onu sakallarından; yavaşca öpse, incitmese bari tek bir kılını bile. Şimdi, o karedeki kadın yaşam bulacak onun boynunda; o kadın, uyuyacak onun koynunda; ben nerede öldüysem orada hayat bulacak o kadın. O da ölmese bari, ömrüm dediği yerde. Onlara söyle sandalye, iyi baksınlar birbirlerine! Öldüğüme değsin. Ve o adama git de ki, yanındaki kadının gözlerinden bir damla yaş akıtayım deme. Eğer ağlatırsan o kadını, öp gözyaşlarından, kendi elleriyle silmesine izin verme. Böyle, de ona. Ben hep kendi ellerimle sildim, o kadın silmesin. Göğsünde, her gece yeni bir sancının doğumunu çekmesin ben gibi... Neyse be sandalye, doldur da içelim haydi. Siktir et. Her şey çirkin, rakı güzel; doldur..."
Bir kadın görürseniz, bir meyhane köşesinde boş sandalyesi ile birlikte; selam verin usulca, hem kadına, hem boş sandalyesine. Ama kadın ve sandalyesi almazsa selamınızı, gücenmeyin; gördüğünüz kadın yoktur aslında orada, boş bir sandalyedir o da. İçindeki sancılar yok etmiştir onu. Bir mezarın yanından geçer gibi, sessizce ve usulca geçin gidin. Bir kadın ve boş bir sandalye görürseniz, sakın ha oturmaya niyetlenmeyin sandalyesine. Çünkü aslında boş değildir sandalye; kadının tüm yalnızlığı, tüm karanlığı, tüm acısı oraya birikmiştir; kadının canı oturuyordur o sandalyede.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARAMSAR
Teen FictionBenim dünyam burası! kısa ve öz yazılar, birbirinden alakasız umarım beğenirsiniz..