Odada yavaş yavaş üzerime doğru gelirken gergin bir şekilde onu izliyordum. Ceketinin kapüşonundan kurtularak alnına düşen saçları zafer edasıyla her hareketinde usulca sallanıyor, yumuşacık bakan gözleriyse insanı resmen dipsiz bir kuyuya çekiyor; bluzunun yakasından hafifçe gözüken dövmesi ise başımı döndürüyordu. Omzumun arkasındaki dövmem gibi onunki de bir melek dövmesine benziyordu. O bluzunun altında sakladığı daha ne kadar dövmesi vardı? Kolları ve ellerinin üzeri kaplı olduğuna göre her yeri dövme kaplı olmalıydı ki bu düşünce zihnimin daha da bulunmasına yetiyor da artıyordu. Dövmelerinin vücudundaki kıvrımları ve keskin hatları bir insanı kendine çekebilecek etkileyicilikteydi. Acaba o bluzu üzerinden çıkartıp onları tek tek aklıma kazırcasına incelememe izin verir miydi?
Yine ne saçmalıyordum ben? Çocukla bir aydır aynı sınıfta olmamıza rağmen birbirimize tek kelime etmeyi bırak selam bile vermemiştik; fakat sınıfa her girdiğinde tuhaf bir şekilde bana bakarak hemen yan tarafımdaki sırasına otururdu. Ben ise onunla göz göze gelmemek için kitaplarla uğraşırdım lakin bu, bakışlarını vücudumda hissetmeme engel olamazdı. O bakışların değdiği her bir hücrem resmen kendini intihara sürüklercesine alev almaya başlar, dikenli güllerin arasına yatmışımda her diken tenimi intikamla parçalarmış gibi canımı acıtırdı. Bakışları, ne denli bir insana bu kadar etki edebilirdi ki? Ona bu kadar yaklaşmak istememe neden olabilirdi? Hem de ondan bu kadar uzak durmak istiyorken...
Aslında şöyle bir düşününce pek de uzak kalmak istediğim söylenemezdi ama benimde bir anımın bir anımı tuttuğu da pek görülmemişti zaten bu zamana kadar. Bütün hislerim saniyeler içerisinde değişebiliyordu lakin gözleri üzerimdeyken vücudumda oluşan bu değişimler, acı vermesine rağmen hoşuma gidiyor ve ona daha da yaklaşma isteği uyandırıyordu. Sanırım uzak durma isteğim de; ona yakınlaştığımda, zafere ulaşıp da daha önce hiç hissetmediğim bu değişik hisleri kaybetmekten korkuyor olmamdan kaynaklanıyordu. Bu zamana kadar hissettiklerim içinde bu kadar değişik olan, beni bu derece etkileyen bu duygu kaybetmek isteyeceğim son şeylerden birisiyken bunun tamamını ele geçirip kaybetmeyi göze almak istemezdim. Çünkü istediği herhangi bir şeyi elde edince onu direk unutan, şımarık, umursamaz, sürekli mızmızlanırken etrafını rahatsız ettiğini takmayan, hep bir şeyler isteyen küçük bir çocuk gibiydim. İstediklerim asla bir sınırı, çizgisi yoktu. Ahlak kavramı bile hayatımın, ailemin içinde yer almayan, dudakların arasında asla can bulmayan gereksiz bir kelimeden başka bir şey değildi. Kimsenin ne dediği veya toplum bakışı bir hiçti isteklerim, isteklerimiz yanında. Bu hayatta bana aşılanan tek düşünce; hayatta seni mutlu eden, istek arzusu oluşturan ne varsa, ne yapmak istiyorsan ele geçirmek ve yapmak üzerineydi. Çünkü seni senden başka hiç kimse düşünmez, istediklerini seni için yapmazdı. İnsanlar başkalarına yardım ederken bile bu onlar için değil kendi mutlulukları içindi ve ben, ne zaman öleceğimizi bilemediğimiz bu dünyada sadece kendime odaklanmam gerektiğini duyarak büyümüştüm. Bu yüzdende insanlar tarafından pek sevilmez, arkadaş olarak görülmez, onlar için tehdit oluştururdum. Şimdi o karşımda böylece otururken yine bencilik duygum bir alev gibi yükselmeye başlamıştı.
Ona hem yaklaşmamak hem de ona karşı içimde filizlenen bu duygunun oluşup büyüyerek yeşermesini istiyor, teninin tenime değerken oluşturacağı hissi merak ediyordum. Gecenin bir yarısında tam dibime kadar gelmiş, şefkatli ama bir o kadar da ciddi, meraklı gözleriyle gözlerime bakarken hiçte yardımcı olmuyordu. Sanki o boşluktan içeri girip uzun zamandan beri aradığı yapbozun kayıp parçalarını bulup tamamlayarak resmin bütün halini zihninde görmeye çalışıyor gibiydi, ki bu beynimde yine o karıncalanmayı hissetmeme neden olmuştu. Bu duyguyu ilk defa abim dışındaki birisiyle birlikteyken oluyordu. Tek fark bu seferki daha güçlü, beynimi ele geçirmeye kararlı gibiydi ve ben kalbim delicesine atarken duygularımı belli etmemeye çalışıyordum. Abimin dediği gibi; karşındakine duygularını belli edersen savaşa bir adım geriden başlarsın, der; durduk yere öğüt verirdi hep. Bu durumdan ne kadar hoşlanmasam da onu dinlerdim, daha doğrusu benim dinlemeyeceğimi anladığında nasıl becerdiğini anlayamadığım bir şekilde kendini zorla dinletir, beynimde o karıncalanma olurdu; lakin verdiği öğütler şu anki durumumdan biraz farklıydı ama denemekten zarar gelmezdi. Tek sorun bu sefer karşımdakiyle değil, bedenimle savaşıyordum ve duygularımı bedenimden nasıl saklayabilir, onu nasıl kandırabilirdim? Bu beyninizin olmadığını düşünmek, karşımdaki kişiyi kapıda görünce nedenini bilmeden içeriye girmesine izin vermem gibi bir şeydi ve neden geldiği hakkında hiçbir fikre sahip değildim. Kaldı ki tanımadığım bir insanın evime çat diye girmesine neden izin vermiştim ki? Bunu yapabilecek kapasitede salak bir kadında değildim oysaki! Çünkü bu resmen bir haneye tecavüzden başka bir şey değildi. Ama salaklığım tutmuştu işte ilk defa!İlk defalardan da hoşlanmazdım. Bana bu ilk defaları yaptıran insanlarda. Çünkü bizim için en tehlikeli insanlar her zaman bu tarz kişilerden başkası olmazdı. İlk defaların arkası gelmeyip tüm zaaflarınızı açardınız ki ben zayıflıktan nefret ederdim. Özellikle de bir erkeğe karşı. Lakin bu sefer elimde değildi ve bu yüzden içten içe nefret de doluydum kendime. Çünkü buna izin veren bendim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşlerin Şehri (+18) I Devam Eden Hikaye
FantasyBüyük bir savaşın fırtınası çoktan esmeye başlamış ve bütün yıkıcı gücüyle geçtiği her yeri mahvederrek üstlerine doğru ilerliyordu. Bu savaş diğer bütün savaşlardan farklıydı. Bu, Meleklerle Şeytanların içinde; sevgi, nefret, kin, intikam ve birçok...