Zifiri Karanlığın gölgesi, peşimi bırakmıyor. Yavaşca ilerliyorum şehrin ıssız sokakların da. Korkmam gerekiyor ancak içimde ne bir ürküntü, ne de bir aksaklık hissedebiliyorum. Ruhumun ürpertisini bir kez daha yüreğimde hissederek yoluma devam ediyorum. Daracık pencereli evin, ahşap kapısı karşılıyor beni. Özenle kurulmuş kerpiçli ev gözlerimi kamaştırıyor.
Ayaklarım evin dışında isteksizce duraklıyor. Durup, bir müddet sarsaklıyorum.Konak mı, ev mi tam kestiremediğim kapıyı açıp içeri girmek istiyorum lâkin olmuyor. İçimdeki sesi bir müddet susturup gelişigüzel vuruyorum kapıya. Bir müddet sonra uzaktan bir ses işitiyor kulaklarım.
"Gelme! Olabildiğince uzaklaş buradan." Diyor. Yine tehlikeli sularda yüzdüğümü fark ediyorum lâkin kalbim, aklımı yeniyor. Duygularımla hareket etmeme içten içe sinirleniyorum. O anda sokağın bitişiğinde ki biri gözlerime çarpıyor. Uzun boylu, simsiyah kuşamlı, boynunda kırmızı fularıyla dikkat çeken biri beliriveriyor. Bir an duraksıyorum. Karşımda ki kadını tanıyabilmek için gözlerimi olabildiğince kısıyorum. Kalbimin bu denli hızlı atması, eskileri hatırlatıyor bana. Kadın biraz daha yaklaştığında nefesim daralmaya yüz tutuyor. Derin bir nefes alıyorum. Yine korkmam gerekiyor lâkin yok, yok, yok! Göz kapaklarımı bir kez daha kırpıştırıyorum fakat gözleri gözlerime takılıyor. O anda ruhum bedenimi terk ediyor. Kalın dudaklarım aşkı tekrarlıyor.
Nazanin'im
"NAZENİN'İM"Kan ter içerisinde uyanıyorum. Hâlâ gördüğüm rüyanın etkisindeyim. Gecenin bir körü. Neyse ki gece lambam odayı aydınlatıyor. Sırt üstü dönüyorum yatakta, uykum kaçmış vaziyette. Birden gözlerim karşıdaki fotoğrafa takılıyor. Badem gözleriyle bana bakıyor. Yüzünde eksik olmayan kahkaha ve gülüşünde yine o masum hüzün.
Özlemişim...
İçime bir hançer saplanıyor. Birden o gün geliyor aklıma, düşünüyorum bundan beş yıl öncesini.
Başkomiserlik ünvanımı yeni aldığım döneme. Evlilik yıl dönümümüz birlikte Beyoğlun da güzel bir restoranta gitmişiz. Dışarıda oturuyoruz. Yemeklerimizi bitirmek üzereyken, bir çalkantı oluyor. Birdenbire silahlar, bıçaklar havada uçuşuyor. Tedirgin oluyorum. Ortalık kan revan içinde Nazenin'imin elini tutup, biz de herkes gibi kaçmaya çalışıyoruz. Bu gün izin günüm olduğundan silahımı almamışım yanıma. Birden yakınımda bir silah patladığını işitiyorum. Nazenin sırtından vurulmuş. Elleri ellerimden kopuveriyor. Yere yığılıyor. Kan görüyorum. Eğiliyorum olduğu yere, elimi sımsıkı tutuyor. O bakış aklımdan gitmiyor zaten. Son nefesini gözlerimin içine bakarak veriyor. Beş, tam tamına beş yıl geçmiş , fakat acısını hâlâ hissedebiliyorum.
O anda telefonum çalıyor. Düşüncelerimden sıyrılıp, eğiliyorum komodinin üstündeki telefona. Arayan Arâl. Yardımcım. 25 yaşında, tuttuğunu koparanlardan. Uzun boylu, simsiyah gözleriyle meydan okuyor âdeta. Çıkık elmacık kemikleriyle yakışıklı görünüyor. Hayırdır inşallah. Önemli bir şey olmasa, hayatta bu saatte aramaz. Düşüncelerimi bir kenera atıyorum, hemen açıyorum telefonu.
"Merhaba, Başkomiserim. Bu saatte rahatsız ettim." Diyor tedirgin bir sesle.
"Yok uyumuyordum zaten, Aral. Bir şey mi oldu?" Sesim oldukça sakin çıkıyor.
"Borahan Başkomiserim." Diyor. Gergin belli.
"Başkomiserim Beyoğlun'da bir kadın cesedi bulundu, "diyor.
Sesi oldukça heyecanlı.
'Yine bir cinayet her zaman karşılaştığımız şey. Ne oluyor bu çocuğa,' diye düşünüyorum bir an. "Başkomiserim telefon çekmiyor gelseniz iyi olacak, "diyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
REYNAL
General FictionGörenler ve hissedenler topluluğu; zulme, ırkçılığa, ayrımcılığa omuz veren herkesin ölüm rengi. Beyoğlu'nda metal kırgaçlı telle boğularak öldürülen bir kadın cesedi. Kadının koluna kazınmış R harfi. Evinin altında antika eşyalarla kaplı bir bodrum...