Dalgınlığımdan kurtulup naylon eldivenleri geçiriyorum hemen. Rafdaki kitapları inceliyorum, birer birer. Eski alışkanlıkların getirdiği tecrübeyle. Böyle değişik soruşturmanın yanlış yürütülmesi için profesyonel katillerin yapabileceği ihtimalleri de düşünüyorum tabi. İçerisi morgdan farksız. Soğuktan içim titriyor.Karşıdaki şömineye gözüm takılıyor. İki adım atınca yaklaşıyorum şömineye. Cebimden küçük bir fener çıkarıp duvarlarına tutuyorum, izler filan daha görünür olsun diye. Öyle oluyor şömine duvarının sağ tarafında kan görüyorum. Muhtemelen kurumuş. Zümra'yı çağırıyorum. İkiletmiyor dediğimi hemen geliyor. Dizlerinin üzerine çöküyor Zümra. Kısılmış büyük gözlerinin üstündeki kaşları çatılıyor. Yanında getirdiği çantadan kulak çubuğu çıkarıyor, Kan lekesinin üstüne, çubuğun lastik uzantısına değdirmeden sürtüyor. Çubuğu da delil torbasına atıyor. Sonra bana dönüp açıklamaya başlıyor; "Muhtemelen katil yakın biriymiş maktule, burayı bilecek kadar yakın. Baksanıza başkomiserim tavana."
Gözüm tavana kayıyor ani bir refleksle. İşte içeri girdiğimizden beri kaçırdığım nokta. Tavanın tel korkuluklarla kaplandığını görüyorum. "Biri elini kaldırıp tavana deyse elleri paramparça olacakmış gibi, kırgaçlarla kaplanmış,"diye mırıldanıyorum. "Birde ... " Diye başlıyor, Zümra. "Kadının boğazındaki tel buydu." Diyor, sandalyenin üstüne binip. "Burada boğmuş olabilir, başkomiserim,"diyor. Kendinden emin sesi. Pörtlek gözleri kocaman açılıyor Aral'ın. Epey etkiliyor bu olay onu anlaşılan diyorum mırıldanarak. Heyecanla tahminlerini sıralıyor.
"Belki de yukarıda boğdu." diye itiraz ediyor Aral. Yaygara çıkarmak için mi yoksa düşüncelerini aktarmak için mi ayırt edemiyorum. "Korkuluk demirlerinin kırgaçları elini kanattı, oda buraya inip buranın soğuk olduğunu anlayınca şömineye yaklaştı, belkide şömineyi yakacaktı. Ama sonra vazgeçti. Sonra bir telefon geldi. O anki endişeyle elindeki kanı fark edemedi ve kanıt bıraktı, " diyor. Aral. "Sanmam diyorum." Yılların getirdiği tecrübeli bir ses tonuyla . "Katil kanıt bırakmayacak kadar zeki. Nerden biliyoruz, kanın katilin kanı olduğunu. Hem katil bıçakla yada kurşunla da öldürmemiş, kızgaçlı telle boğmuş. Yani acı çekmesini istemiş. Büyük bir sukunetle, maktulün gözleri önünde can çekmesini istemiş. Bunu da göz önünde bulundurmak zorundayız."
" Başkomiserim."Necdet'in sesi konuşmamızı bölüyor. "İşimiz bitti burada, artık merkeze dönelim, "diyor. "Birde şu fotoğrafı al," Aral diyorum. Suratıma aval aval bakıyor. Sanki garipsenecek bir şey söylemişim gibi. "Fotoğraf, " diyorum, elimle işaret ederek. Anlıyor en sonunda. Toparlanıp merkeze geçiyoruz. Zümra otopsi raporlarını almak için aşağıya iniyor. Bizde Aral'la toplantı odasına geçiyoruz. Yumuşak divanların birine ben diğerine Aral oturuyor. "Başkomiserim, "diyor, eski heyecana kavuşmuş sesi.
"Sizce kim neden yapmış olabilir? Yani niçin bu şekilde işlemiş cinayeti?"Kendini ifade etmekte zorlanıyor. Sorduğu soruya tatmin olamamış ki, "Yani başkomiserim bıçakla silahla da yapabilirdi bu işi yada ne bileyim normal boğarak." "Bilmiyorum, Aral."diyorum. "Biliyor musun, meslek hayatımda o kadar saçma sebeplerden dolayı çeşit çeşit cinayete tanık oldum ki inan katillerin infaz nedenini kestirmek güç." Kapı tıklanıyor. Zümra görünüyor. Sabah ki yüzünden eksik olmayan gülümsemesini takınarak elindeki dosyaları gösteriyor. "Otopsi raporu başkomiserim."
" Gel şöyle Zümra , diyorum." Elindeki dosyayı masaya koyuyor. "Şöyle otur, " diyorum, karşıdaki divanı göstererek. Kararsız bakıyor, "otur, "diyorum, "çekinme." Dediğimi yapıyor, divana oturuyor. Masada duran kalemi alıyor, omzuna dökülen kumral saçlarını toplayıp kalemle tutturuyor. "Başlıyorum başkomiserim, "diyor , en sonunda. Başımı sallıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
REYNAL
General FictionGörenler ve hissedenler topluluğu; zulme, ırkçılığa, ayrımcılığa omuz veren herkesin ölüm rengi. Beyoğlu'nda metal kırgaçlı telle boğularak öldürülen bir kadın cesedi. Kadının koluna kazınmış R harfi. Evinin altında antika eşyalarla kaplı bir bodrum...