"Anlamıyorsunuz, başkomiserim!"

292 38 43
                                    


Sabahın erken saatlerinde uyanıyorum.
Bayağı erken bir saat. Aldırmıyorum. Odanın camını açıp karın zemheri soğuğunda, sitemle yağdığını görüyorum. Hafif, yumuşak bir sükunetle. Sanki birine küsmüş de artık barışamayacağını anlayıp vazgeçmiş bir meczupu andırıyor. Burukça gülümsüyorum. Montumla, atkımı alıp dışarıya atıyorum kendimi. Kendime gelmem gerek. Huzurluğu iliklerime kadar hissediyorum. Cinayetten belki de... Belki de Nazeninim'den sonra her cesedin bana elemi hatırlatmasından. Kestiremiyorum. Nefes alış verişim bile titriyor. Bana her gördüğüm ceset acıyı hatırlatıyor. Simsiyah bir perde gibi. Kıpırtısız bedenler, nefrete bürünmüş çehrelerin bıraktığı o vazgeçilmez renk.

"KAN!"

Akıyor. Hiç durmadan. Ne masum deniliyor, ne mazlum. Ha yapanlar cezasını çekiyor mu? Orası da meçhul ya. Ayakkabı bağcıklarımı bağlayınca da kaçar adımlarla çıkıyorum evden. Sanki evden çıkınca bu huzursuzluk geçecek. Arabayı kullanmıyorum. Evin arka köşesindeki parka geliyorum. Acıyı ve sevinci ayırt edeceğim, içimde bir şeylerin oturmaya başlayacağı bir yere. Her şeyi sineye çekerek oturuyorum oraya. Temiz havayı ciğerlerime kadar çekip, gürültüyü dinliyorum. Acıyı seyrediyorum. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen az denilemeyecek kadar çok insan görüyorum. Sevinç vavelyaları birbirine karışıyor. Bakınıyorum sadece. Buruk çehreme.

Yaklaşık yarım saat kadar oturuyorum. Kar giderek kendini fıtınaya dönüştürüyor. Yürüyorum eve doğru. Birazcık zorlansamda sonunda apartmanın önüne gelebiliyorum. Evin giriş kapısına geldiğimde anahtarı çıkarıp hantalca açıyorum kapıyı. İçeri geçince hafif bir anason kokusu çarpıyor burnuma. Kötü kokmuyor. Güzel hissettiriyor sadece. Biraz ısınınca telefonu elime alıp Aral'ın numarasını tuşluyorum. Telefonun ikinci çalışında açılıyor telefon.

"Merhaba, başkomiserim. Diyor Aral, boğuk gelen sesiyle.
" Merhaba, Aral." Diyorum, bende sakin bir ses tonuyla.

"Ne yaptınız Nazmi'nin ev adresini bulabildiniz mi?" diye merakla soruyorum ardından.

Heyecanlı çıkıyor sesi. "Tabi başkomiserim, Necdet abinin ekipleri almaya gitti. Birazdan burada olur." diyor.
"Gelince de ifadesine başlarız. Siz ne zaman geleceksiniz. İsterseniz siz gelmeden sorguya başlayabiliriz." diye ekliyor.

"Şimdi çıkacağım Aral. Ben gelmeden başlamayın. Ha bu arada Zümra orada değil mi?" diye soruyorum.

"Yok, gelmedi daha başkomiserim, " diyor. Ağzının içinde bir şeyler homurdanıyor fakat duyamıyorum. Çokta umursamıyorum.

Aral'a "tamamdır," diyip kapatıyorum telefonu. Lavaboya gidip yüzüme soğuk su çarpıyorum. Hava soğuk olmasına karşın iyi geliyor. Elime eldivenimi geçirip çıkıyorum merkeze doğru. Evimle merkez arası pek uzak olmasa da kar yüzünden bir saatte anca gelebiliyorum. Bir hışımla arabadan inip yukarı çıkıyorum. Aral elindeki dosyaları yukarı çıkarırken karşılaşıyoruz. En sevecen haliyle gülümsüyor.

"Bunları bırakıp geleceğim başkomiserim, sonra sorguya başlarız."

Kafamı sallıyorum. Toplantı odasına geçip biraz ısınıyorum. Bayağı soğuk, içeriler bile geç ısınıyor. Kapının açılmasıyla yüzümü kapıya dönüyorum. Aral iki çayı masaya koyuyor. Üzerinde kışlık mavi kazağı, altında kot dar bir pantolon. Zayıflamış gözüküyor gözümde.

"İyi gelir , başkomiserim." diyor. Düşüncelerimi dağıtırken.

"Sağ olasın evladım, " diyorum
gülümseyerek.

Zümra daha gelmemiş anlaşılan ortalıkta görünmüyor. Masaya gelip oturuyorum. Çayın buharı ılım ılım yükseliyor. Dudaklarıma götürüyorum. Sıcak iyi geliyor.

REYNALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin