⭐ 4. Bölüm ⭐

130 44 105
                                    


🍁 Düzenlendi🍁


      Çaresizlik nedir bilir misin? Kalbin kanatlanıp gittiği yere, bedenin gitmemesidir.

                                                                                                                                                                    Şems

     Karanlık sanırım şuan olduğum yer. Ne önünü görebiliyor ne de geri döneceğim yolu bulamıyorum... Hiçbir şeyi bulamıyor, anlamıyorum. Yanımda hayatımı mahveden adam var. Beni kanatsız bırakan adam... Beynimde cevabına ulaşmadığım bir sürü soru...

   Hamdi'nin bana baktığını fark ettiğimde yüzüme sahte gülümsememi takıp ona döndüm ve heyecanlı çıkmasına özendiğim sesimle konuştum. "E planımız ne? Nereden başlıyoruz?" dedim ki bana bakan yüzündeki sırıtış daha da genişledi. Gençti, gerçekten suçlu birine ait olmayacak kadar masum ve çocuksu mavi gözleri vardı. Ama o an aklıma anne ve babamı hedef alan gözlerdi o gözler. Sonra heyecanla konuşmaya başladı. Ama hiç beklemediğim bir biçimde. "Neden anne ve babanın katili ile geliyordun? Bu çok saçma? Şu an, şu an..." durdu bir süre. Sonra başını ellerinin arasına aldı. "Seni öldürmeliyim. Sen şuan hata yapıyorum." Dedi ki panikle atılmamak için vereceğim cevabı düşündüm ki. Kelimeler döküldü dudaklarımdan. "Anne ve babam öldü ve sadece şehit deyip birkaç haber verip kapattılar. Evet! Sana düşmandım. Ama benim asıl düşmanlarım onlar. Anne ve babama seni yakalamalarını söyleyenler. Sen haklısın. Senin suçun yok sen sadece onlara hak ettiği şeyi yapıyorsun ve ben buna yardım etme istiyorum" dedim ki bana baktı. Gözlerime... Sonra iğrenç elleri ellerimi sardı yavaşça. "Özür dilerim. Bunu düşünmek hataydı." Dedi sesi titrerken. İçimden bir ses şükrederken, diğer yanım ona böyle bir yalan söylerken sadece ona ateş edip onu öldürmek istiyordu.

    Ölüm... Şuan bir canlıyı öldürmek istiyordum. "Ben mi istiyordum bunu? Bir canlıya zarar verebilecek kadar mı çaresizdim?" diye sordum kendime. Sonra Hamdi'ye baktım. Sonra içimden bir ses "Onun cezasını hem Allah, hem de adalet verecek." Dedi ki aklıma babam geldi ve gülümsedim. Onun sesi doldu kulaklarıma...

   "Eğer kendini çaresiz yani kötü hissedersen ve yanında ben olmazsam Allah'a sığın tamam mı? Çünkü o sana yardım eder."

    Hamdi'ye baktığımda gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Kimsenin bana bakmadığına emin olup kucağımdaki ellerimi açtım ve içimden fısıldadım. "Sen, sen yardım et Allah'ım. Sen kaldıramayacak kuluna kaldıramayacağı dert vermezsin. Biliyorum. Bana ve kardeşlerime yardım et. Biliyorum sen her kulun gibi benim sesimi de duyarsın. Bana bir çıkış yolu göster." Kapanan gözlerimi açıp yavaşça yüzüme sürdüm. O sıra da kaşlımda ki adamla göz göze geldim. İçimi kaplayan telaşla camdan dışarı bakmaya başladım. Aklım hala o adamdayken atam bana bakıyordu sonra hafif ama çok hafif bir tebessüm belirdi yüzünde ve sol yanındaki gamze...

   Hafifçe elleriyle en baş "T" sonra da "C" harfini gösterdi işaret diliyle. Bir süre sonra anladım. "Türkiye Cumhuriyeti" demek istediğini hafifçe gülümsedim. Gülümsemem ve arabanın ani fren yapması beni şaşırttı. Şoför koltuğundaki adam konuştu telaşla. "Hamdi ağabey. Çevirme var." Dedi sadece sonra yavaşça arabayı hareket ettirip az önceki hızına göre yavaşça yol aldı. Hamdi gözlerini açıp bana baktı. Bense oyunu bozmamak adına gülümseyerek elini tuttum. Ben onun elini tutarken karşımdaki adam bana bakıyordu. Çok garipti bakışları. Acır gibi, tiksinir gibi...

Araba kenara çekilirken nefesimi tutmuştum ki. Hamdi arabadan indi. Hamdi arabadan indikten yaklaşık beş dakika sonra bir el ateş sesi duyuldu. Sonra bir kez daha... Gözlerimi kapatmış korkuyla beklerken silah sesleri arttı. Gözlerimden firar eden gözyaşlarına lanet ettim. Sonrasında elimdeki elle titredim. Sonra bir ses... "Çıkmamız gerek. Hızlı olmamız. Hadi." Dedi ve elimi tutarken beni arabadan indirdi. Hamdi ve adamları, polislerle çatışmaya tutuşmuşken onlar görmesin diye dua ederken koştuk. Sadece koştuk. Koşmak; bana rüzgâr ila bütünleşip. Özgürlüğe kavuşmaktı. Koştum. Elimi tutan adam bağırdım koşarken. "Nereye?" diyebildim sadece. Adını bilmediğim ama şuan ateşten kaçtığım adamla... "İleri de petrol var. Biraz daha hızlanmalıyız. Belki 5 belki 6 polis var." O sözünü bitirince silah seslerinin sustuğunu fark ettim. Daha hızlı koştum. Daha hızlı sonra o ses. "Güneş! Bana bunu yapmış olma. Seni de o şerefsizi de yedi sülalenizi de öldüreceğim. Güneş!" diye bağıran sesle daha hızlı koştum.

   "Kimim kaldı ki benim? Annemi de babamı da aldın bende. Sadece kardeşlerim ve umutlarım vardı. Onları da mı alacaksın bende?" dedi içimdeki Kelebek. Kanatsız bırakılan kelebek...

    "Geldik. Şurası." Dedi eliyle petrolü göstererek. Petrol biraz ıssızdı. Kimse yoktu. Sınıra yakın olduğunu tahmin ettiğim bir yerdeydik. Elimi bırakmadan petrolün içine girdik. Bir adam vardı. Hafifçe selam verip lavaboya ilerledik. Ben ne yapacağını anlamaya çalışırken o beni erkekler tuvaletine soktu. Ben ne yaptığını anlamaya çalışırken ona doğru konuşmaya başladım. "Ne yapıyorsun ya?" dedim en tiz sesimle. O ise bana bakıp "Emaneti korumaya çalışıyorum." Dedi ve üzerindeki ceketi çıkardı. Ceketini çıkardıktan sonra üzerine tam oturmuş çelik yeleğini çıkardı. Ceketini giyip arkasını döndü, hafif sesi duyuldu. "Ben Emir. Emir Erenler. Seni korumak, Hamdi denen iti yakalamak adına gönderilen polis. Şimdi o yeleği giy de gidelim. Seni tehlikeye atamam. Güneş Gürce."

   Nereden geldiğini bilmediğim bir cesaret ile üstüme çıkarı yeleği giyip üstümü giydim. Bir kez olsun bana bakmadı. Kafasını dahi oynatmadı. Ben dönmesini söylediğimde dahi bir süre bekledi. Üstüme bol gelen yelek tişörtün altında belli oluyordu. Umursamayarak tuvaletten çıkmak için yeltendim ki. Kolumu tuttu ve belinden bir silah çıkardı. Ona baktım. Evet. Polislik okuyordum ama eğitimlerim hep kuru sıkı silahtı. Ama bu gerçekti. Ona baktım kuşkuyla. "Ama..." dedim ki ne diyeceğimi unuttum yüzüne baktım o ise gülümseyerek bana baktı. "Reşitsin ve polis sayılırsın. Mezun olman an meselesi ve polisler tarafından onaylanmış bir eğitimin var." Deyip göz kırptı. Bense titreyen sesimle "Ama asla gerçek silah kullanmadım." Bana baktı ve elini koluma kolayken "Emin ol kuru sıkıdan bir farkı yok. Hem sen Evren bozkurtun kızıysan bu silah sana su tabancası gibi gelir." Dedi gülümsedi. Kullandığı benzetmeyle gülümsedim.

   Petrolden kimseye fark etmeden çıktık. Emir'e ara sıra bakıyor onu izliyordum. O ise ne yapacağını bilir hareketlerle ilerliyordu. Petrolden birkaç kilometre uzaklaşmıştık. O sıra da ona baktım. Gençti ama zorlu bir göreve gönderilmişti. Nasıl olduğunu sormadan edemedim. "Neden bu kadar önemli bir görevi senin gibi genç birine verdiler?" bana bakıp kaşlarını çattı. "Şöyle bir durumdayken kaç yaşında olduğumu mu merak ediyorsun yani? " ona baktım ve kendimi savundum. "Senin yaşını merak etmiyorum. Sadece...?" dedim ki beni durdurdu. "24 yaşındayım. Özel okul çıkışımdan dolayı askere 18 yaşında gittim. Sonrasında polis olarak kısa bir eğitim aldım. Ve şimdi buradayım. " dedi ki. Arkadan o tiz ses duyuldu. "Demek polissin. Öyle mi Kenan Bey? Ya da Emir Bey mi demeliydim?"



                                                                                              ...



  

              (Aynı saatler, Bulut'un anlatımıyla)

   Delirmek bu sanırım. Kafayı yemek. Kendini yerden yere vurma isteği ve mantıklı düşünememe... Karakolda bir sağa bir sola ilerlerken kafam almıyordu olanları. "Ne yani? Ablam benim için mi öyle davrandı?" ellerim titrerken birinin eli omzuma dokundu. Korkmaz ağabey...

   "Bulut sakin ol ağabeyciğim. Bak Yıldız da harap oldu. Biraz toparlan istersen. Bak, Görevli bir polis varmış. Babamla konuştum. O, Güneş'i orada bırakır mı?" Ona baktım bir süre.

   O hep akıl verirdi. Zekiydi, mantıklıydı. Onun cümlesiyle Yıldız'a baktım. Koltuğa oturmuş dizlerini kendine çekip kollarıyla sarmıştı. Yanına oturdum ve kolumu omzuna attım ve yüzüne bakmaya çalıştım. "Ne oldu kız? Ne bu hüzün? Yoksa benim bilmediğim bir sevgilin vardı da onu mu kaybettin?" dedim neşeli olmaya çalışırken. O ise sinirle bana baktı. "Ben anlamıyorum. Beni salak mı sanıyorsunuz? Bir ablam bir sen... Ben olayın ciddiyetinin farkındayım. Hem sen daha iki dakika önce deli gibi dolaşmıyor muydun?" Ona bakıp modumu bozmadan devam ettim. "Bu ailede salak olan sadece benim kızım. Yerimi sana verir miyim ben?" dedim ki o yerinden kalkıp dışarı çıktım. Arkasından gitmeye cesaretim yoktu.

   

    Sanırım şu an ölmek istediğim ilk anı yaşıyordum. Ama yapamayacağımı biliyordum. Babam ve annem onları bana emanet etmişken onları bırakamayacağımı biliyordum. Sanırım şuan bildiğim tek şey; dersi verenin dermanını da vereceğiydi... Biliyorum. Babam ona sığın o sana yardım eder derdi... O bana yardım edecekti. O beni duyuyordu. 






Kanatsız Kelebek 1 ( Düzenleniyor ) #wattys2019Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin