⭐ 3.Bölüm ⭐

165 45 131
                                    


🍁 Düzenlendi 🍁

 "Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur.                                                                                                                  Düşmem dersin düşersin,                                                                                                                                      Şaşmam dersin şaşarsın.                                                                                                                                            Öldüm der durur, yine de yaşarsın..."

                                                                                         Mevlana

  Bazen her şey yorar insanı, nefes almak ya da gözlerini kırpıp açmak. Hiç bir şey yapmak istemezsin. Sadece yalnız kalmak olur ilacın.

Oturduğum karakol koltuklarında sadece Bulut'u düşünüyordum. Ne yapıyordur şuan mesela? Biri bir şey yapmış mıdır ona? Yakmış mıdır canını?

Yanı başımda hıçkırıklarıyla ağlayan Yıldız'ı buldu gözlerim. Bir yanım ona "Ağlama!" demek için can atarken diğer yanım "Dokunma! Bırak ağlasın. Akıtsın yüreğinin kanını... Dokunma! Belki diner acısı..." Dikkatim bu kez Ateş ağabeyin yanındaki adama kaydı. Zayıf, uzun boylu ve kırlaşmaya başlayan saçları. Tıraş olmayalı bir hafta olmuş gibi hafif uzamış saklarlına kaydı gözlerim. Sonra konuşurken sağ yanağındaki gamze... Neden bu kadar inceledim bu adamı bilmiyorum ama garip bir el sardı kalbimi. Sonra hafif tombul adamın "Bir iz bulduk." Dediğinde oluşan umut....

Yerimde doğrulup hemen yanlarına gittim. Arabanın plakasına bakmış olmamın işimize yarayacağını düşündüm ama bu kadar çabuk değil. Bulunduğunu söyleyen polisin ardından ilerleyen Ateş ağabeyi takip ettim. O sıra da koluma giren Yıldız'a baktım ve tüm nefesimi dışarıya bıraktım. "Sen burada kalsan daha iyi olabilir prenses. " dedim titreyen sesimle. Ben bunu söylerken omzumdaki elle irkildim. "Siz burada kalsanız daha iyi olur bence de." Dedi Ateş ağabey. Ona olu gözlerle bakarken bir anda Yıldız'a döndü. "Yıldız sen bize geç. Biz de ablanla Bulut'u alıp gelelim." Bunu söylerken Yıldız gözlerini Ateş ağabeyden ayırmıyordu. Sonra birden konuşmaya başladı. "Bunu bana iki, üç yıl önce söyleseydiniz belki inanırdım ama ben büyüdüm. Olayın ciddiyetinin farkındayım. Şimdi bana gelmiş "Biz alıp gelelim" diyorsunuz. Ben her şeyin farkındayım. Olayın ciddiyetinin de, adamların bizden bir şey istediğinin de..."

Bir süre sessizliğin ardından Ateş ağabey eliyle gelmemizi işaret etti ve onun arkasından ilerledim. Karakolun önündeki bir polis aracına binip yola koyulduk. Bir süre sadece yolu izledim. Ağaçları, yapraklarını kaybetmiş çıplak kalmış ağaçları... Yere serilmiş yaprakları. Onları bir an umutlarıma benzettim. Benden yavaş, yavaş giden umutlarımı...

Ne kadar süre sonra bir fabrikaya geldiğimizi bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey vardı ki, o da Bulut'a bir şey yapmış olabileceklerine karşı yüreğimi kavuran korku.

Önden ilerleyen polislerin arkasından yavaşça ilerliyordum. Yüreğimi tutsak almış korkum, kardeşime bir şey olamamasını istediğim duam ile... Fabrikanın sessiz oluşu beni ürpertirken, kardeşime sahip çıkmak için korkusuzca ilerliyordum. Sağ kolumdaki Yıldız'a baktım ve alnına bir öpücük bıraktım. O an bir ses duyuldu. Bir ses doldurdu kulakları... Bir el silah sesi ve sonra tekrar... Ne yapacağımı bilemedim. Yıldız'ı arabaya yollarken olduğum yerde durdum. Sonra bir cesaret ile fabrikanın girişine koştum. Ateş ağabeyin ve Yıldız'ın sesini duymadım. Biliyordum o, o beni istiyordu. Bulut hain planları için kullanabileceği biri değildi. Ama ben...

Kulaklarımı dolduran silah seslerini umursamadan fabrika kapısına gelince silah sesleri durdu. Sonra fabrika kapısından birkaç adam belirdi. Bense korkuyla Ateş ağabey ve Yıldız'a baktım sonra bir tebessüm yolladım onlara. Bana doğru ilerleyen adamlara bakarken bir cesaretle, "Ben geldim. İstediğiniz gibi. Bulut'u bırakın gitsin." O sırada fabrikada bana yaklaşan bir adamın kahkahaları sardı etrafı. "Bizim kahraman Evren'in kahraman kızı yine şov peşinde. Neden seni de alıp iki kurban sahibi olmak yerine onu bırakayım. Sence ben salak mıyım?" Söyledikleri onun boğazına yapışmam için bir sebepken ben sadece sustum ve gülümsedim. "Ben de zeki sanırdım seni ama böyle bir plan yaparken beynini kullanmadığını fark ettim. Evet! İki kurban elde edebilirsin ama damga yaratamazsın. Ben senin için daha iyi bir kurban olmam mı? Hem onu bırakırsan acı çeken bir insan daha olur ardımda. Evet. Senin aklında hem kahraman ablalık yapmaya çalıştığım için bu hareketleri sergilediğim vardır ama amacım bu değil. Sadece biraz ünlü olmak istiyorum. Olamaz mı?" Söylediklerimin ardında bir kahkaha fırladı dudaklarımdan. Hamdi beni izledi bir süre. Sonra aklımdaki planı uygulamak için Hamdi denen adama doğru ilerledim. O sırada biri dokundu koluma. İri yarı adam kolumu tutarken Hamdi'ye baktım. O ise aklımdaki planı hızlandıracak biçimde beni tutan adama beni bırakması için elini salladı. Bense ona doğru ilerlerken hafifçe konuştum. "Yolla şunları ve şov başlasın." Hamdi gülümsedi.

Bir adamını çağırıp "Çocuğu bırakın ve bizi idare edin." Dedi ve elimi tutup fabrikanın içine girdik. Ben kâbusuma ilerlerken son duyduklarım birkaç el silah sesi oldu... Ama sadece bu değildi bir de kafamda yankılanan "Neden bu kadar hızlı oldu?" sorusuydu. 

     Bir yerde okumuştum birinsanın yüreği kanarsa kanı gözyaşı olarak akarmış. Şuan yüreğim yanıp, yanıpkavrulurken onları düşünüyordum. Şu an pişmanlıklar içinde olduğuna eminolduğum Bulut ve gözleri ağlamaktan kavrulan Yıldız... Acabaanlatmış mıydı Ateş ağabey planımızı?"



                                                                                ...

      (2 saat önce, Yazarın kaleminden,)

   Kalbini endişe bürümüş genç adam bir sağa bir sola ilerliyordu. Kardeşi dediği adamın emanetlerine bir şey olabileceğine dair yüreğini saran korkuyla bekliyordu. Yıllarca acılara şahit olmuştu. Kayıplara, ölümlere, işkencelere... Hatta üç gün önce kardeşini kaybetmişti. Ve şimdi evlatlarının başı tehlikedeydi. Korkuyordu.

   Onu düşüncelerinden ayıran kapısının çalınması oldu. Çalan kişiye girmesi için izin verirken içeriye. Selim girdi. Selim komiser. Güneş, Yıldız ve Bulut'un bilmedikleri, tanımadıkları dayısı... Yüzündeki endişeyle, şişmiş gözleri ne kadar da uyumluydu birbirine. Yüzündeki her zaman görmeye alışık olduğu gamzeler bile saklanmıştı. "Güneş'i çağır!" dedi emir veren sesiyle. Ona baktı genç adam karşısında ondan alt seviyede ona emir veren adama. Normalde bunu yapsa kovardı odadan ama yüreğindeki acı ve endişe yüzüne yansımışken bir şey diyemedi. Yavaşça masadaki telefonla Güneş'i odasına yollamalarını emretti.

  Güneş'i normalde planlarına alet etmek istemiyordu her ikisi de biliyorlardı. Güneşti o adamın asıl hedefi... Güneş'e olabilecek durumları anlatıyordu Selim. Ateş ise onu onaylıyor. Ve bazı yerlerde fikrini söylüyordu. Sonra Selim, Güneş'e döndü. "Her ne olursa olsun sadece sabret Güneş. Bir adamımızı Hamdi'nin yanına yolladık. O seni koruyacak. Ve buraya geldiğinizde sizi buradan, ondan kaçıracağız." Dedi Selim tüm içtenliğiyle. Güneş en baş Ateş ağabeyine sonra Selim komisere baktı. "Kaçacağız... ama ondan kurtulamayacağız... Her an o burada mı diyerek yaşayacağız. Ve hiç birimiz rahat olamayacak. Bulut ve Yıldız korkuyla yaşayacak. Ben onlara bir şey olacak diye korkacağım. Neden? Neden o adamdan kaçıyorum. Kaçıyoruz. Biliyorum çok bilinçsizce yapılan bir hareket ama benim aklımda başka bir şey var." Dedi ve planını en ince ayrıntısına kadar anlattı.

Güneş'in planı her ne kadar tehlikeli olsa da işe yarayacaktı. Her ikisi de bunun farkındaydı. Tam Güneş odadan çıkacakken Selim seslendi. "Sana yardım edecek polis sana "Dişi Kurt" diyecek. Oradan onu tanıyabilirsin." Dedi gülümserken. Sanki Selim Güneş'e değil de ablasına tanıyamadığı ablasına gülümsemişti.

     O gülümseme onun her şeyiydi. Bekli tek varlığı, belki de nefesti yaşamasını sağlayan. Güneş'iydi işte. Işığı gibi gülüşüne muhtaç olduğu... Sevgisi gibi sıcaklığına muhtaç olduğu... 

Kanatsız Kelebek 1 ( Düzenleniyor ) #wattys2019Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin