Başkalarını suçlayarak dahi vicdanını rahatlatamaması bir süre sonra o kadar sinir olmama yol açtı ki, ona bakarken boğazını sıktığımı hayal ediyordum. Onu bu kadar sevmeme rağmen, boğazına yapışmak ve "Aptal!" diye bağırmak istiyordum. "Sen olmadan...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
"You scared to be lonely, especially in the night."
-
Havanın soğuk olduğu bir gece, Tony beni her zaman beklediği yerde beklemiş, kahve içmeyi teklif etmişti. Kabul ettim, bir süredir geceleri kahve içmediğim için gün içinde zorlanıyordum.
Gece ormanda yürüyüş huyumu bilen birkaç kişi, yürüdükten sonra tüm gün uyuduğumu sanmışlardı. Anlaşılan kendimi ifade edememiştim çünkü kabuslarımdan uyandıktan sonra ertesi geceye kadar uyuyamıyordum. Kahve içmediğim zamanlardaysa gözkapaklarıma iğne batırılıyor gibi hissediyordum, bu yüzden Tony'nin teklifini seve seve kabul ettim.
O meşhur yoldan yürürken, Tony pek acele etmiyordu. Bir an güldü ve konuştu. "Birkaç hafta önce bana tam burada," olduğu yerde durdu ve bulunduğu yeri gösterdi. Gerçekten orada durmuştum. "Bana laf atan bir yabancıyla kahve içeceğimi kim bilirdi?"
Hafifçe güldüm ve kapıya doğru devam ettim, aramızdaki birkaç adımı hızla kapattı. "Bizi birleştiren şeyin ortak bir kabus olduğunu kim bilebilirdi ki?"
Tony yere bakarak başını ağır ağır salladı. "Hayat garip." diye mırıldandı. Ne diyebilirdim ki, sonuna kadar haklıydı. Uzun zamandır yalnızlığa hapsetmiştim kendimi ama şimdi... Orman yürüşü arkadaşımda kahve içecektim ve onun içini görüyor gibi hissediyordum çoğu zaman. Evet, güzel günler belki de gerçekten sonsuza dek devam etmiyordu ama kötü günler de öyle. En iyisi, belki de ikisi arasında yuvarlanmaktı.
Evine girdiğimizde ilk gözüme çarpan beyaza dönük renkler oldu. Her taraf açık renkti ve bu ister istemez kendimi kötü hissetmemi sağladı. Sanki vicdanım tekrar o katlı ütülü gömlek halindeki ruhumun üstüne oturup bacak bacak üstüne atmış, gülerek oje sürüyordu. Lakin bu his kısa sürdü, koyu renk mobilya ve süs eşyaları görüntüyü dengeleyerek rahat bir nefes almamı sağladı. Vicdanımı bir an güç alarak ruhumun üzerinden itebildim çünkü o kadar ilgi çekici bir şeyle karşılaşmıştım ki, vicdanım bile durup etrafa bakmıştı.
Friday. Bir algoritma için fazla mutlu bir isimdi.
Ben biraz Friday'le konuşurken ve günlük vicdan azabı dozumdan uzaklaşırken, Tony bir robottan kahve yapmasını istedi. Tony, ben algoritmasıyla konuşurken beni izlemekle yetindi. Az kalsın önceki birkaç konuşmamızdaki gibi kendimi kaptırıp dünya klasiklerinden konuşacakken Tony olaya el atıp algoritmayı serbest bırakmamı sağladı.
O günden sonra rutin halinde gün aşırı onda kahve içmeye başladık, bir gün yürüyüş, bir gün kahve. O günlerden biri benim için belirsiz çünkü sonrasında yaşananlar beni bir hayli şaşırtmaya yetmişti. Uzun zamandır hissetmediğim bir şeyi hissetmiştim, kısa süre dahi olsa.
Yine Tony'le kahve içtiğimiz bir gün, eğlenceli şeylerden konuşmaya çalışırken ona ailemle olan iyi bir anımı anlattım.
"Geceleri abimler çıkar eğlenir, ben de evebeynlerimle televizyon izlerdim." dedim ona. Gözlerim duvardaki televizyonun karanlığında kaybolmuştu. "Bir gün, sürekli ayrı odalarda takılmamıza rağmen babam güzel bir film buldu ve bizi çağırdı. Evebeyn odasındaki çift kişilik yatakta, ben ayakucunda yatarak filmi izlerken hepimiz uyuyakaldık. Uyandığımda sırtım tutulmuştu ve abimler yatış şeklim nedeniyle benimle dalga geçmişlerdi."
Gözümün önüne gelen hatıralar anlattığımdan çok daha eğlenceliydi. "Muhtemelen benimle ilgili hem en sevdikleri hem de en nefret ettikleri şey, laf cambazı olmamdı. Bu yüzden küçük abim benle çok uğraşırdı, ona laf sokmamak için kendimi tutardım çünkü sinirlenince korkutucu bir tip olurdu ve ne zaman sinirleneceği belli olmazdı." Başımı koltuğa yasladım. "Artık kelimelerle oynamayı sevmiyorum." diye itiraf ettim. "Çift kişilik yataklarda yatmayı da."
Bir şey demeden bana baktı, teselli etmek için sarıldı ve beni omzuna yatırdı, belki de beni tetikleyen en büyük şey buydu. Yani, televizyon ekranının karanlığına bakarken bir anda uyuyakalmam, onca kahveye rağmen, onun omzunda. Uzun zaman sonra birkaç saat de olsa bu kadar güzel uyumuştum.
Size bahsettiğim şey buydu.
Huzur.
Kollarında olması gerekenden daha huzurlu uyumuştum ama bunu sonraki kahve içme günümüzde kendime yediremedim ve gitmedim, bunun alışkanlık yapmasından korkuyordum. Ben her zamanki saatte gitmeyince yarım saat sonrasında kapıma dayandı ve rica etmekten çok şöyle dedi. "Haftalardır kahvelerimi sömürüyorsun ve şimdi sıra bende." Yani, Tony'den kolay kurtulma imkanım yoktu. Friday'in ne kadar zeki olduğunu haftalar önce öğrenmiştim zaten.
Sonraki günler geleneği devam ettirdim ve onun evine gitmeye devam ettim. Anlayacağınız üzere, kabuslardan sonraki adresim Tony Stark'in omzu oldu. Bu his, bu huzur denen şey, bende hızlıca bağımlılık etkisi yaptı ve gece yürüyüşleri için beni yolda bekleyen Tony'i elinden tutup evine sürükleyecek kadar ileri gittim. Uyumadan önce her seferinde ondan özür diliyordum, omzu artık başımın şeklini almıştı çünkü. Belki ona karşı beslediğim dostluk hislerimin altından çok uzun bir zaman sonra hissetmemin pek doğru olmadığı hisler çıkmaya başlasa da omzunu bırakmadım. Erkek yapısının genelde kadınları dost olarak kabul etmediğini bildiğim için hem tedirgin hem rahattım. Yine de, bana karşılık vermese dahi omzunu kaybetmeye hiç niyetim yoktu. Sayesinde yalnız olmaktan korkmaya başladım, özellikle geceleri.Aramızdaki iki basamaklı yaş farkı zerre umurumda değildi, sadece onun yanında huzurlu ve mutluydum.
Tony Stark'la bir ortak noktamız daha çıkmıştı, ikimiz de birbirimizi yastık olarak kullanmayı seviyorduk.