"I've asked about you and they told me things but my mind didn't changing, i still feel the same."
-
Yeni yastığımı biraz araştırdım desem, bana kızmazsınız sanırım.
Tony bana kendiyle ilgili pek çok şeyi anlatmıştı ama onunla ilgili hala bilmediğim bir şeyler var gibi hissediyordum. Bu yüzden onu biraz soruşturdum ama tek elde ettiğim bilgi eski yaşamıyla ilgiliydi. Ailemi kaybetmiştim ama babamdan kalan büyük bir ağın ufak bir kısmı hala elimdeydi.
O akşam evine gittiğimde aydınlandım. Tony Stark tek lafıyla her şeye ulaşabiliyordu çünkü o dünyanın en büyük ağına sahipti; internet. İnternetin bağlı olduğu her cihaza, o cihazların yanında konuşulan, yapılan her şeye kolayca erişebiliyordu. Bu konuda en büyük yardımcısı da Friday'di. Eminim ki ona ilk laf attığım gece dahi benimle ilgili birkaç şey öğrenmişti. Bunu fark etmem yine de omzuyla ilgili düşüncelerimi değiştirmedi. Her geçen gün omzunda daha uzun uyuyordum ve Tony'nin buna neden ses çıkartmadığı da ayrı bir meseleydi.
Bir gün ona bu konuyu açtım, kapıdan girer girmez. "Neden omzunda uyumama bir şey demiyorsun?"
Konuya öylece girdiğime şaşırmıştı ama bu konuda yorum ya da iğneleme yapmadı. "Uyumaya ihtiyacın var." Bu yeterince tatmin edici değildi. Sokaklarda yardıma ihtiyacı olan insanlar vardı, onlara da yardım edebilirdi ve omzunun şekli de bozulmazdı. Bunu öylece vicdani bir sorumluluk olarak nitelendiremezdi. Belki de zorla bana bir şeyler hissettiğini söyletmeye çalışıyordum, kimin umurunda ki. Tatmin edici bir cevap istiyordum, ancak o zaman yanına gelip uyumaya devam edebilirdim. Aksi takdirde ilk zamanlardaki gibi alışana kadar günün yirmi saati hortlak misali gezmeye başlardım tekrar.
"İkna olmadığının farkında olarak söylüyorum." dedi sanki bakışlarımı okumuş gibi. Ayağa kalkıp bana geldi. Bakışları fazlasıyla ciddiydi. Aramızda bir adımlık mesafe bıraktı. "Bunu yapıyorum çünkü bana kendimi hatırlatıyorsun. Çünkü ben de senin yanında uyuyabiliyorum." Bunları tek nefeste söylese de zorlanmış gibi derin bir nefes aldı. "Tatmin oldun mu?"
Evet, fazlasıyla olmuştum. Bu yüzden kollarımı boynuna sardım ve bu sefer sarılmayı ona ben verdim. Beni eski mutlu günlerinden biriymişim gibi sarmaladı.
Tony'den gerçekten hoşlanmaya başlamam -aramızdaki 14 yaşa rağmen- o sıralarda gerçekleşti. Ama bazen onu gün doğumunda camdan bakarken ve viski içerken yakalıyordum. Sürekli ailesini ve bazen de ona ihanet edenleri düşünüyordu. Bunu saklamaya çalışıyordu, ben odaya girince başka şeyler yapmaya başlıyordu ama fark edebiliyordum. Sonra düşüncemde yanıldığımı fark ettim, sadece ailesini düşünüyordu. Buna bir süre sonra sinir olmaya başladım. İmkanı varken neden suçu bir başkasının üzerine atmıyordu ki, neden sürekli kendini suçluyordu? Her geçen gün ona sinirim arttı, onu her camdan dışarı bakarken yakaladığımda ve ya sadece yere uzun uzun baktığında bile.
Başkalarını suçlayarak dahi vicdanını rahatlatamaması bir süre sonra o kadar sinir olmama yol açtı ki, ona bakarken boğazını sıktığımı hayal ediyordum. Onu bu kadar sevmeme rağmen, boğazına yapışmak ve "Aptal!" diye bağırmak istiyordum. "Sen olmadan gram uyuyamıyorum ve sen saçma sapan suçluluk numarası kesiyorsun bana!" Kontrolümü kaybetmek istiyordum. "Aileni sen öldürmedin ama ben yaptım. Kes sesini artık!"
Çünkü hiç değilse benim yanımda kendine böyle yapmamalıydı. Bana bakınca kendine şöyle demeliydi; "Tony, adamım, ya şu kadın gibi olsaydın? Ya kendi aileni ölüme sürüklemiş olsaydın ve gözünün önünde ölselerdi? Şükretmelisin."
Ama o daha çok şöyle düşünüyor olmalıydı; "Hayatımdaki herkes bana ihanet etti, sırtımdaki bıçak sayısını bile hatırlamıyorum artık. Keşke babamla zorla dahi olsa vakit geçirseydim, belki o zaman onlarla gider ve ben de ölürdüm. Tüm bu ihanetlere katlanmama gerek kalmazdı."
Bunun artık iyice zıvanadan çıktığı günlerden birinde yürümek yerine Tony'nin yanına arabayla gittim. Hava enteresan biçimde sıcaktı ve elbise giymiştim. Arabayı, Friday'in Tony'e haber vermesini umursamadan asfaltta, tam kapısının önüne çektim ve arabada bir şarkı açıp indim, kaputun üzerine yattım. Sırtım cama yaslıydı, bu arabayı eskiden babam kullanırdı. Bir Audi S8'in kaputu ne kadar eski olursa olsun rahat oluyordu işte ama eski değildi. Bu iyi miydi yoksa kötü mü, bilemiyordum.
Her zamanki saatimde Tony'nin evine gitmediğimde, saat tam 11:01'de Tony evinden çıktı ve bana gelmeye başladı hızla. Onu izlemekle yetindim. Yeterince yaklaşınca elbiseyle arabanın üzerinde yattığımı fark etti ve duraksadı. Birkaç saniye baktı.
"Senin için bir şey yaptım," dedi. Bu sefer selam bile vermeden lafa giren oydu. "Görmek istersin diye düşündüm." Arkasını dönüp bu sefer son derece ağır şekilde ilerlemeye başladı. Açıkçası merak etmiştim ve içimden bir ses belki de ilk onu ekişimden bir sonraki gelmeyişimde kullanmak üzere bir süredir yaptığı şeyden bahsetmediğini söylüyordu. Açıkçası, zekice bir hamleydi ama bazen sadece düşünmemek gerekiyordu. Düşünmemek ve içinden geleni yapmak. Bunu uzun zamandır yapmıyordum mesela.
Onu takip ettim ve garajına indik. Buraya birkaç kez inmiştim ama genel olarak salonda takılıyorduk o yüzden yeni olan şeylerin farkında değildim desem, son derece doğru olurdu. Garajın bir köşesine ilerledi ve metal bir çanta aldı. Devlet sırlarının saklandığı çantalara benziyordu. Önümdeki masaya koydu ve açtı, ardından bana çevirdi. Süngerlerle çevrili biraz büyük bir cam ve yanında da kırmızı bir saat vardı. Saati aldı ve kolumu uzatmamı sağladı. Bileğimden geçirirken, "Bunun sayesinde bana istediğin an ulaşabilirsin." Bu bana yanıma bir ajan vermiş gibi hissettirdi. "Aynı zamanda kendini gerektiğinde koruyabilmen için," diyerek kadranı çekti. Saat, saat olmaktan çıktı ve elimi bir eldiven gibi sardı. Avucumun içinde parlayan bir şey vardı ve anladığım kadarıyla bana bir nevi zırh hediye ediyordu.
"Bu ise," camı alıp havaya kaldırdığında köşesinde saat belirdi. "Friday'i buna aktardım, ondan her şeyi isteyebilirsin. En gelişmiş iPad'den bile daha gelişmiş bir şey bu. İstediğin her şeyi yapabilirsin. Pentagon'u bile hackleyebilirsin." ona bomboş baktığımda kaşlarını kaldırdı. "Sorun ne?"
Sorun, ona olan gıcıklığımın bir balon gibi sönmesi ve bunu neden sebepsizce yaptığıydı. Bazen sebep aramamak gerektiğini ben de biliyordum ama ailemden olmayan birinin ihanetini engeleyecek neyim vardı ki? "Teşekkürler ama neden?" dedim sonunda.
Derin nefeslerle yere baktı ve sonunda söyledi. "Güvende olduğundan emin olmak istiyorum."
Ona hafifçe gülümsedim. Eğer gerçekten böyleyse, bana karşı bir şeyler hissediyor olmalıydı ve bu aramızdaki 14 yaşa rağmen beni mutlu hissettirmişti. Ona gerçek bir teşekkür etmeliydim bu yüzden ben, 22 yaşındaki Beatrice Stone, 36 yaşındaki Tony Stark'a belki de en yavan teşekkürü ettim. Zırhsız elimle yanağını kavradım, kendime çevirdim ve dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Hafifçe, neredeyse yok gibiydi. Geri çekilip "Teşekkür ederim," diye fısıldadım ve cam tableti de alıp evden çıktım, arabama bindim ve yüksek sesli müzikle arabayı, üzerinde yatıp yıldızları izleyebileceğim daha sakin uzaklara sürdüm.
Tony Stark'a artık, ciddi biçimde bağlanmıştım.
Düşünceleriniz ne? Shipliyor musunuz yoksa çok mu abes? Kızın davranışlarına hak veriyor musunuz yoksa saçma mı geliyor?
Seni sordum ve bana bir şeyler söylediler ama fikrim değişmedi, hala aynı hissediyorum.*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nightmare | Stark
FanfictionBaşkalarını suçlayarak dahi vicdanını rahatlatamaması bir süre sonra o kadar sinir olmama yol açtı ki, ona bakarken boğazını sıktığımı hayal ediyordum. Onu bu kadar sevmeme rağmen, boğazına yapışmak ve "Aptal!" diye bağırmak istiyordum. "Sen olmadan...