"What's that conflict with yourself, my trouble, leave your heart alone; it is lovesick."
-
San Francisco'dan döndükten birkaç gün sonra, akşamüstü kapımızda bir adam belirdi, Tony'nin yanına yarı yarıya taşındığımı söylemeden geçemeyeceğim. Yabancı, kısa sakallı, biraz uzun saçlı, takım elbiseli bir tipti. 1900'lerin başındaki beyefendiler gibiydi. Mavi gözleri, sarı saçları vardı.
Tony, tipini güzel bulmuş olmalıydı ki biraz asabice seslendi, "Kimsiniz?" Aslında böyle olmasını biraz anlıyordum çünkü onunla aramızda 14 koca yaş vardı ve dışarıdan bakan biri beraber yaşadığımıza inanmazdı ya da Tony'nin gerçek anlamda sahip olduğu her şeyi bana adadığına. Bir adım arkasında kollarım bağlı dururken ve evin gölgesinde adama ifadesizce bakarken ben, karşımızdaki adamı belki de tehdit olarak görüyordu. San Francisco'ya öylece gidiverdiğimden beri hareketlerinde daha dikkatli olduğunu fark ediyordum. Bu durum bana pek etki etmemişti, ne rahatsız ne de mutlu olmuştum. Tony aynı Tony'di, kanlı canlı karşımdaydı, uyandığımda yanımdaydı. Geriye önemsiz ayrıntılar kalıyordu sadece.
Adam boğazını temizledi. "Ben Psikiyatr Calvin Candie. Beni halanız Samantha Furr aradı, siz Beatrice Stone'a yardımcı olmam için."
Pekala, halamla yıllardır görüşmüyorduk, daha doğrusu sadece yılda bir kez hala yaşadığımı söylemek niyetiyle hal hatır sorma ayağına arıyordum ve o da diğer akrabalara hala hayatta olduğum haberini veriyordu. Ailem henüz öldüğünde hiçbir telefona bakmamış ve baş sağlığı dileklerini dinlemek zorunda kalmamıştım, aynı şekilde defalarca kazanın gerçekleşme şeklini de anlatmama gerek kalmamıştı. Arayan herkesi, gerçi aramayaları da, konuşmuş kabul etmiş, daha da laf etmemiştim. Ortalık sakinleşince halalarımdan birini aramış, ufak şekilde durumdan bahsetmiş, herkesin beni acımla rahat bırakmasını sağlamıştım ama görünen o ki, yıllar sonra, sevgilimin -artık bunu diyemeyeceksem evinde yarı zamanlı kalmam ne ifade eder- evine bir psikiyatr yollamayı uygun görmüşlerdi. Tek sıkıntı neden bu kadar süre sonra olduğuydu. Yani, evet, ben istemiyordum ama hala da istemiyordum, madem göndereceklerdi, neden o zaman değil de şimdi?
Tüm bunları kenara bıraktım, adamdan gözümü ayırmadım. Sanki ona bakarak merakımı giderebilecekmişim gibi bakmayı sürdürdüm. Tony bana şöyle bir baktı. Sonunda sakince arkamı döndüm ve evin kapısını açtım. Tony eve giriyorum ve adamı reddediyorum diye sevinirken kapı girişinde durdum ve adamı içeri davet ettim. "Gelin Doktor Candie." muhtemelen antidepresan yazabilmesi için tıp diplomalı birini yollamışlardı. Adam bir baş selamıyla önümden geçip eve girdi, Tony arkasından gelip, biraz uzaklaşmasını bekledikten sonra kolumu yakaladı. "Bu adamı gözüm hiç tutmadı." ona gülümsemedim, yanağını tuttum ve "Sorun yok." demekle yetindim. Yersiz bir paranoyadan başka bir şey değildi çünkü.
Doktor Candie'yi salondaki koltuklardan birine yönlendirdim ve o tekli koltuğa otururken ben de ikili olana oturdum. Tony dibime oturup kolunu arkamdaki sırt kısmına yaslamaktan bir an geri durmadı. "Sanırım birlikte yaşıyorsunuz." dedi doktor.
"Nişanlıyız Bay Candie," dediğinde Tony, sadece iç çekmekle yetindim. Madem böyle kendini daha iyi hissedecekti, bir sakıncası yoktu benim için. "Ne, evlenme teklifini ettim," diye kendini savundu iç çekişime karşı.
"Sorun yok, Tony." diye avuttum onu hafifçe ona dönerek. Kendini kötü hissetmemesini pekiştirmek için elimi dizine koydum. Kaslarının biraz da olsa gevşediğini hissettim. Doktora döndüğümde bize bakıyordu.
"Bana sadece Calvin deyin lütfen," dediğinde başımı salladım. Çantasından bir kağıt çıkarttı ve birkaç saniye baktı. "Ailenizi birkaç yıl önce kaybetmişsiniz."
Tam olarak 3 sene 7 ay önce. Bunu ona söylemedim ama Tony benim yerime cevap verdi. "Bu konu hakkında konuşmayı sevmiyor." Pekala, sevdiğim söylenemezdi ama sevmediğim de öyle, ruh halime göre değişiyordu. Bana merakla bakan Calvin'e başımı salladım. "Öyle sayılır."
"Ne zamandır berabersiniz?" Pekala, Tony'le ilk gerçek öpüşmemizin tarihini net olarak hatırlamıyordum çünkü tarih genelde ailemin ölümünden ne kadar süre geçtiğini ifade ediyordu. Şimdi ise... Hala aynı ama tahminen iki ay olduğunu söyleyebilirdim.
"İki ay, yaklaşık." diye cevap verdiğimde Tony elini belime indirdi ve beni kendine çekti. Ona şöyle bir baktım. Kıskançlık seviyesinin yükseldiğinin farkındaydım ama biraz garip gibiydi. Dizindeki elimi kullanarak biraz onu rahatlatmaya çalıştım. Her gece Tony'leydim, doktorla değil, daha geleli beş dakika bile olmamıştı ve bu... Garipti.
Bu sefer Tony sordu, adeta kıksançlık kokusu aldım kelimelerden. "Kaç yaşındasınız?" Bunu potansiyel rakibinin özelliklerini ölçmek için yaptığı belliydi. Bu sefer tam olarak ona döndüm. Derdi neydi?
"Otuz." diye cevapladı hızla, derin bir nefes aldı ve devam etti. "Gün boyu pek uyuyamadığınızdan bahsetti halanız." Konuşmuyorduk pek, evet, ama anlaşılan komşularımla sık sık konuşuyordu.
"Bir süre önce bu sorundan kurtuldum." dedim ve hala ona dönmeden Tony'nin yanağını okşadım. Madem Tony'nin rahatlamaya ihtiyacı vardı, ideal bir çift olarak onu suyunu çıkartmadan rahatlacaktım. Calvin'le değil onunla ilgilenirsem rahatlayacağı barizdi.
"Sanırım Bay Stark sayesinde?" dediğinde beklemeden "Evet," diye yanıtladım onu. "Huzurla uyuduğum tek yer onun yanı." Tony'nin bana bakışları değişti ve adeta bir bebeğin annesine baktığı gibi baktı bana. Bu düşünce tüylerimi ürpertti, hemen Calvin'e geri döndüm.
"Ailenizin ölümünden kendinizi mi sorumlu tutuyorsunuz?" Pekala, bu konuda en ufak bir fikri bile yoktu, resmi olarak onları öldürdüğüme dair bir şey yoktu ama neredeyse birkaç kez turuncu tulumlardan giymek üzere kendimi şikayet edecektim, bunun için cinayeti bile göze almıştım ama hiçbirini yapmadım. Beni anlamayacaklardı bu yüzden kendimi anlatmaya çalışmaktan vazgeçmiştim.
Buna cevap verecek gücü bir an bulamadım, başımı salladım sadece. Calvin bu sefer "Neden, bununla ilgili resmi ya da gayri resmi hiçbir delil yok." dedi. Gözlerini kısmış beni inceliyordu, tepkilerimi, bu soruyu sorarak belki de saatlerce sürecek bir konuşmayı üç dakikaya indirmişti.
Gözlerim hafifçe yanarken, tebessüm ettim. "Bu konuda hiçbir fikriniz yok." Sonraki dakika, Tony, Calvin'i kibar olmaya çalışarak kovdu ve Calvin ertesi gün geleceği saati söyledi. O gittikten sonra Tony yanıma geldi ve bana sarılarak "8," diye mırıldandı. "Tanrım, darbeli matkaplar beynimi deliyor sanki." Bunu umursamadım ve kucağına tırmanıp yüzüne baktım. Bu sefer bana hitap etti. "Hiçbir şey anlatmak zorunda değilsin Güzelim, sen her şeyinle harika ve güçlüsün." Ama bunu söylerken kendisinin bir yanı da beni anlamıyordu, bunun farkındaydım. Muhtemelen kimse anlamayacaktı, anlayan kişinin de yakasına yapışacaktım beni cezalandırması için. Çünkü bunu hak ediyordum.
Calvin Candie hem kurtarıcım, hem de en büyük felaketimdi.
Nedir bu kavgan kendinle be belalım, rahat bırak kalbini; o sevdalı.*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nightmare | Stark
FanfictionBaşkalarını suçlayarak dahi vicdanını rahatlatamaması bir süre sonra o kadar sinir olmama yol açtı ki, ona bakarken boğazını sıktığımı hayal ediyordum. Onu bu kadar sevmeme rağmen, boğazına yapışmak ve "Aptal!" diye bağırmak istiyordum. "Sen olmadan...