[Elmas]

576 71 3
                                    

"I've got everything asking for but you

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"I've got everything asking for but you..."

-

Tony'i öptükten sadece birkaç dakika sonra uzun süredir uykuda olan tanıdık bir his uykusundan uyandı ve varlığını hatırlattı. Yetersizlik. Yetememek. Tatminsizlik. Ne derseniz deyin, bu kusmak istememi sağlayan bir histi. Birkaç saatlik uzaklıkta, bileğimde Tony'nin verdiği, zırhtan saate dönmüş cihazla ve midemde kötü bir hisle arabanın üzerinde yatıp galaksideki renkleri çözmeye çalışırken aynı zamanda kendimi de avutmaya çalışıyordum. Annemle babamın arasında 7 yaş vardı mesela. Rosie Huntington ve Jason Statham arasında da yaklaşık 22 yaş ama bir bebekleri bile vardı. Bu yüzden, Rosie ve Jason'ın mutluluğunu düşünüp kendimi avuturken yaş sıkıntısı ortadan kalkmıştı. Şimdi sahip olduğum her şeye eften püften bile olsa kendimi avutacak bir şey bulmalıydım ama bu değneğin sırf iki ucu değil, her tarafı yetersizlikle bezeliydi. Bu yüzden kendimi renklere verdim ve birkaç saatin ardından evime döndüm. Tony'nin evinin önünden geçerken içimden omzuna yatmak ve saatlerce uyumak geldi ama o son tepkisizliğinden sonra biraz zamana ihtiyacı olabilirdi. Eğer hala ona sinir olmaya devam etseydim, yine arabamı evinin önüne çeker ve içinde boş boş otururdum. Yüzde yüz elli GPS'li olan saat sayesinde Friday ona haber verirdi ve Tony de ne yapacağını bilemez halde evin içinde dolaşırdı. Ama ona artık sinir olmuyordum, onu sadece seviyordum.

Eve gidip tek kişilik ama baya büyük olan yatağıma yattığımda gün doğuyordu. Uykum olduğu için uykuya dalmakta sorun yaşamadım ama uykunun içeriği fazlasıyla keyif kaçırıcıydı. Ertesi gün evine gitmek için henüz spor ayakkabılarımı giyip kapımı açtığımda onunla burun buruna geldim. Bir süre yüzüme boş boş baktı ve derin bir nefes alıp boğazını temizledi. "Merhaba."

Ne kadar daha farklı bir şey beklesem de en fazla ne diyebilirdi ki? "Merhaba." Diye yanıtladım onu. Anlaşılan ben ne kadar uyuduysam o da o kadar uyuyabilmişti.

"Dün pek uyuyamadım." diye mırıldandı. Benimleyken uyuyabildiğini söylemişti, yüzüne ve gözlerine bakarak artık bundan emin olabiliyordum. Fazlasıyla uykusuz görünüyordu. Ben de onsuz uyuyamadığım için başımı salladım ve "Ben de." dedikten sonra kapıyı sonuna kadar açtım. Kapıda dikilerek en fazla nereye varabilirdik ki? Müstakil ve bahçesinin bir kısmı otopark olan ve tamamen ailemden kalan, bir zamanlar onların kullandığı arabalarla dolu bir alanda en fazla ne kadar rahat edebilirdik? Hem de ayakta.

Teşekkür edip evime geçti ve büyük salona geçerken gözü bileğime takıldı. "Takmışsın." Onu onayladım. Ne kadar metalik ve kırmızı olsa da kadranını sevmiştim. Üstelik onu bana o hediye etmişti. Bunu bileğimden çıkartmamak için yeterince sebebim vardı, her ne kadar Tony'nin bununla bana rahatça erişebileceğini bilsem de, bunu herhangi bir telefonla da yapabilirdi.

Gülümsedi ve büyük koltuğa oturdu, onun çarprazındaki tekli koltuğa oturdum ve adeta robot gibi söylendim. "Kahve ister misin?" Yani bunun anlamı şuydu, bilmeyenlere açıklayayım; kahvelerimizi içelim, iki hoşbeşten sonra omzunu benim hizmetime sun böylece ailemin eski evinde seninle saatlerce uyuyayım.

"Aslında kahveden önce bir şey söylemek istiyorum," dediğinde aldığım nefesi içimde tuttum. Bu cümlenin sonu ya çok iyiydi ya da çok kötü. Ya artık tüm gece Tony'le uyuyacaktım ya da eski uykusuz günlere geri dönecektim. O yüzden, bir şey söylemeden önce ne hakkında konuşacağını bildiğimden ufak bir altyazı geçtim ona. "Rosie Huntington ve Jason Statham arasında 22 yaş var." Nefesimi atmosfere bıraktım.

Tek kaşını kaldırdı. "20 değil miydi?" Dudaklarımı birbirine bastırdım. Başından beri bir yerde hata yaptığımı biliyordum ve işte ortaya çıkmıştı. Tamam, biliyordum demeyeyim de, hissediyordum diyeyim. Tony boğazını temizledi. "Benim için bir arkadaştan daha fazlasısın Beatrice," şimdiden bunu daha ne kadar dinleyebileceğim hakkında bir fikrim yoktu çünkü beklediğim şey geliyordu, biliyordum ve dudaklarımda acı bir tat vardı.

"Hatta bunun daha fazlası," dediğinde karnıma ağrılar girdi. Kesin kardeş gibi diyecekti, kesin. Size yetersiz olduğumu söylemiştim ve şimdi bunun yüzüme vurulması için hazırlık kısmını dinliyordum. "Bu yüzden, senden yarın gideceğim bir davete partnerim olarak gelmeni rica ediyorum." Resmi konuşmalarda üst birimlerin kendinden alt birimlere dilekçe yazarken kullandıkları son kalıbı kullanmasını bir kenara bıraktım. Beni bir davete yanında davet ediyordu ve bana her an reddedeceğimden korkar bir ifadeyle bakıyordu. Muhtemelen yüzümün aldığı şekil nedeniyleydi, hayal edebiliyorum, tamamen buruşmuş. Midemdeki kasılmalar geçti ve sonunda gülümsemeye benzer bir tepki verebildim ve kabul ettim. Sonraki hamlem zekiceydi.

"Ama öncelikle uykumu almam lazım." derken küçük bir kahkaha attı ve kollarını açtı. Hızla her zamanki yerime gittim ve kıvrılıp gözlerimi kapattım. Buna ihtiyacım vardı, öyle ki ayakkabılarımı bile çıkartmadan hızlıca uykuya dalmak üzereydim. Tony'nin fısıltısını son anda fark ettim. "Teşekkür ederim." Bunun aynısını dün ona söylemiştim. Uykumu bölmek isteseydim gülümserdim ama uyku fazla tatlıydı.

Ertesi gün hazırlandığımda ve yüzümü görmeye katlanamadığım için biraz da makyaj yapıp tipimi düzelttiğimde Tony beni aldı ve davetin olduğu yere gittik. Elbisemi beğenmiş olmalı ki dönüp dönüp inceliyordu ama ben daha çok onu gözlerimle soyuyordum çünkü ince kravatıyla ve siyah takım elbisesiyle fazla güzel gözüküyordu. Kendime nasıl katlanamadığımı ona belli etmek istemiyordum ama asansör kullanırsak bunu çok rahat fark edecekti. Yolda biraz bana neden oraya gittiğinden bahsetti. Hem iş arkadaşlarından biriyle görüşmek, hem de hala etrafta olduğunu göstermek için. Erkeklerdeki ortak huy buydu, varlığını hatırlatmak, unutturmamak.

Mekana gelip de asansördeki aynada kendime baktığımda ayna çirkinliğim karşısında kırılacak gibiydi. Sanki ailemin gidişinden beri her geçen gün daha da çirkinleşiyordum, üstüne bir de böyle bir elbise giymiştim. Resmen komik duruyordum. Özellikle Tony gibi bir adamın yanında. Aynaya her baktığım saniye sanki yansımam bana ne kadar iğrenç olduğumu bağırıyordu. Dayanamadım ve "Şu hale bak." diye tısladım yansımama. Tony'nin şaşırdığının farkındaydım, ona şöyle bir baktım. Aniden üzerime çullanan bu duygular fazlaydı. "Buraya hiç gelmemeliydim." dedim yavaşça.

Tony duruma hızla el attı ve yüzümü kendine çevirdi. "Bana bak," diye mırıldandı. Yanaklarımı tuttu. "Ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum ama bunu kendine yapma." Alnını bir anda alnımla saçlarımın birleştiği yere yasladı. Dudakları burnuma değiyordu. "Neredeyse istediğim her şeye sahibim ama sen..." başını iki yana sallarken istemsizce asansörün bizi uzaya falan çıkarttığını düşünmeye başlamıştım. "Lütfen böyle düşünme, dünya üzerindeki en harika şey sensin." Muhtemelen güneş sistemi dememesinin sebebi Satürn ve Jüpiter'de elmas yağmasıydı. "Asma yüzünü." dedi ve geri çekilip alnımı öptü. Yanaklarımı bıraktığında asansörün kapıları açıldı, Tony'le geceye bir kez daha adım attık ve itiraf etmem gerekirse bana ne kadar kendimden nefret ettiğimi bile unutturdu, neredeyse beni sevdiğini söylemişti.

Tony Stark, bana kendime olan nefretimi ilk unutturan kişiydi.


İstediğim her şeye sahibim ama sen...*

Nightmare | StarkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin