3. RENK

188 18 0
                                    

Saat bir gibi görevimi devralan garson arkadaşımın ardından koşar adımlarla üniversiteye gelmiştim. 2 ayın sıkılmama yettiği İngilizce hazırlık sınıfına girdim. İşte bu! Hoca daha gelmemişti. Sevincimi kursağımda bırakan gurultunun nereden geldiğini sormaya bile gerek yoktu. O küçük kâsedeki minik mısır gevreklerini mideme indireli yaklaşık 7 saat olmuştu.

Aklıma gelen müthiş fikirle tebessüm edip sırama defter ve kalemimi bıraktım. Sınıfın liseden çok bir farkı yoktu. Belki de daha hazırlık olduğumuzdandı. Sanırım lise ile üniversitenin arasındaki uçurum sosyal faaliyetlerdi. Ve tabi ki kızlar.

Lisede de makyaj yapılır etekler kısalır erkekler onların farkına varsın diye nazlı nazlı yürünürdü ama burada her şey had safhadaydı. Belki de ben basit bir devlet lisesine gittiğim için bana her şey abartı geliyordu.

Kayıt için geldiğim gün beş sene neredeyse her gün geleceğim yeri tanımak adına oturduğum bankta incelemiştim büyük bahçedeki insanları.

Erkekler... Erkekti işte. Belki daha bakımlı ya da daha zengin görünebilirlerdi. Kızlar...

Kimseyi straplez veya mini elbisesine ya da bir kilometre öteden parlayan topuklu ayakkabısına göre yargılayamazdım elbette. Ama ne bileyim işte. Sırf bir taraflarım görünmeyecek diye minik adımlarla yürüyüp dilediğim gibi hareket edemeyeceksem neden giyeyim o elbiseyi, o ayakkabıyı. Neden bir iki sayfa kitap okuyup bir şeyler öğrenmek ya da uyuyup daha dinç uyanmak varken aynanın karşısında dakikalarca yüzüme işkence edeyim?

Ah! Bana o kadar yabancı şeylerdi ki bunlar. O kadar gereksiz ve zaman düşmanı geliyordu ki. Sanırım hiçbir zaman cici bir kız olamayacaktım.

Biten 1,5 saatlik dersin ağırlığı ve de açlığın getirdiği halsizlikle Şükran teyzenin yolunu tuttum. Şükran teyze üniversite görevlilerinden biriydi ve daha çok geceleri bir yerleri silmek için ortaya çıkardı. Zaten ben de onu sıkıcı bir dersin ardından sınıfta uyuyakaldığım zaman tanımıştım.

'Ah kızım her yerin tutulmuştur burada hadi kalk evine git.' deyişi hala aklımda. Altında gizlenen anne şefkati ise ona bağlanmamı sağlayan şey.

Ders öncesi aklıma gelen müthiş fikrin kokuları bodrum kattaki Şükran teyzeye ait evin kapısını açtığım gibi yüzüme vurmuştu. Görünürde kimse olmayınca "Nerede benim pamuk yanaklarıııımmm!" diye neşeli bir sesle bağırdım. Hemen ardından küçük bir kahkaha duyuldu kapısı kapalı odadan. Belli ki şükran teyzenin başka bir misafiri vardı.

Yere bıraktığım çantamı elime alıp gitmeyi planlarken bağırıp rezil olduğumla kaldım diye kızıyordum kendime. Tam arkamı dönecekken sesin geldiği odanın kapısı açıldı ve bir erkek hafif bir tebessümle çıktı odadan. Kapıyı ardından tekrar kapattığı gibi gülümsemesinin düşüp yerine rahatsız edici derecede ciddi ve soğuk bir ifade yerleşmesi şaşırtmıştı beni. Ne yaptığımı fark edip hemen gözlerimi üzerinden çektim. Ama garip bir şey vardı ki hiç bana bakmamıştı. Neyse ki gözardı edilmeye alışıktım.

Küçük ve rutubetli odada yanıma gelmesi iki adımını almıştı. Tam 'yanımdan geçip kapıyı açıp çıkacak sakin ol!' diye kendime söverken, durdu. Yan yana ters istikametlere bakıyorduk. Biraz hareket etsem omzum koluna değecekti. Asıl bu beni daha fazla germişti. Ne ben ona ne de o bana bakıyordu. Bu garip 30 saniyenin ardından söylediğim gibi yanımdan geçip dışarıya çıkmıştı.

Artık hareket edebileceğimi beynime aşılayıp arkama döndüm ve kapalı kapıya bakakaldım. Ne olmuştu şimdi? Neden hiç bakmamıştı? Beynimi kemirmeye başlayan sorular bedenime soğuk bir titreme gönderirken arkamda birini hissetmem bir oldu.

RENGARENKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin