Dün akşam kesilen elektriğe karşı mumlarıyla hazırlıklıydı ama kesinti bir saatten fazla sürmemiş, o da gidip rahat bir uyku çekmişti. Ufaklık'ın mutfakta gördüğü şeye delicesine havlamış olması onu bir an olsun korkutmamış ya da şaşırtmamıştı. Ev "perili" dedikleri türdendi ve tüm hayvanların sahip olduğu gibi köpek de bunları görme şanssızlığına sahipti. Aslı onun kafasını okşayıp ıslıkla sakinleştirene kadar susmamıştı. Sonra salona dönmüş, şöminenin dibine uzanıp yemeğini yemişti. İşin tuhaf yanı hayalet köpekten olabildiğince uzak durmaya çalışıyordu. Erimiş bir mum olabilirdi ama hala köpeklerden hoşlanmıyordu. Madem Ziyaretçi onun hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordu ona anlatma daha doğrusu gösterme vakti gelmişti. Genç kadın odasına gidip uyumaya başladığında kendisi salonda oturmuş karanlığı seyrediyordu. Yüzyıllar geçmiş olsa bile karanlık onun hem sığınağı hem de cehennemiydi. Bunu değiştirmek için yapabileceği tek şey ona yeni kurbanlar kazandırıp yalnızlığından bir süre olsun kurtulabilmekti. Aslı isimli Ziyaretçi uyuyor olmalıydı. Tek hareketle odasının kapısına ulaştı. Hareketsiz bir şekilde durmasına rağmen kadının rüyasını yönlendirmeye başladı.
Karanlık salonda, arkası dönük oturan bir adam vardı. Yaklaşmaya korktuğundan donup kalmıştı ama sesini duyduğunda her şey daha da karardı. Şöminenin üzerindeki duvara görüntüler yansıyordu. Yirmili yaşlarında bir adam ve bir kadın vardı. Bir tiyatro eserindeki ayrılık sahnesini canlandırıyor gibiydiler. Ama işin aslı başkaydı.
"Bir Şeytan'ın aşık olduğu kadını baştan çıkartmak. Tam olarak suçum buydu benim. Ya da bu sadece sonraki suçlarım için bir bahaneydi. Gençtim ve tek düşündüğüm O'ydu. Kasabadaki herkes onun tuhaflıklarını biliyor ve ondan uzak duruyorlardı. Onunla evlenmek isteyen birkaç erkek hayatını ya da aklını kaybetmişti. Ama o beni seviyordu, Şeytan'ı değil. Benim de sonumun deliren o adamlar gibi olacağını söylüyor ama benden ayrılmak istemiyordu. Bir gece onun yanında uyurken sesler duymaya başladım. Ağlayan bir çocuk sesi. Zavallıcık. Üzerimi giyinip sesi takip etmeye başladım. Ben yaklaştıkça küçük çocuk uzaklaşıyordu. Kasabanın merkezine gelince durdu ve yere çömeldi. Elimi omzuna koyduğumda içimi kaplayan hüzün dehşete dönüştü. Ona dokunan her bir zerrem tutuşmaya başlamıştı. Ama içten dışa yanıyordum. Alevler derimi yarıp dışarı çıkıyor ve beni eritiyordu. Alevler yüzüme ulaştığında kasabalılar etrafıma toplanmaya başlamıştı. O da oradaydı. Az önceye kadar yanında yattığım dünyalar güzeli. Senin düşündüğün gibi, bir mum gibi eriyordum ama tek düşündüğüm artık bana bakmayacağıydı. Şeytan benden, hep övündüğüm ve onun sevdiğini ayarttığım güzelliğimi çalmıştı. Ölüyordum ama acı hiç sona ermedi. Çığlıklarım kesildiğinde yere yuvarlandım. Kimse bana yaklaşmıyordu, yaklaşmayı bırak bakamıyorladı bile. Bir tek o bakıyordu. Zümrüt gözlerini dikmiş ateşle yarılan tenime bakıyordu. Hayatım bitmişti. Ama aslında yeni başlıyordum. Herkes dağıldıktan sonra şafağa yakın serinlediğimi hissettim. Bitti dedim sonunda. Ama bitmemişti. Beni bu eve taşıdı. Bedenim erimiş bir mumdan farksızdı evet ama hala rüzgarı hissedebiliyordum. Hem ölüydüm hem değil. Benim Araf'ım burası. Geçebilmek bana kalmış. Ziyaretçilerden bazılarını seçmemi istedi benden. Hep bir şeyler ister zaten. Gitmesi gerekenleri seçtim hep. Çocuklardan uzak durdum. Ömrünün sonuna gelmişleri seçtim. Bazılarının kaçmasını sağladım. Ama hep Şeytan'a uydum, kandırdım, öldürdüm. Bu evden iki şekilde çıkabilirim. Tam anlamıyla bir ölü olarak yok olabilirim. Ya da senin "anı" dediğin şeylerden birine dönüşürüm. Ki ikisini de nasıl yapacağımı bilmiyorum. Ama seni uyarıyorum Ziyaretçi, peşinden gelen bir çocuk var. Beni bu hale getirenden farklı ama aynı. Kaçabilirsin ya da savaşabilirsin. Ama neyi seçersen seç bu ev ve ben senin yaşamını kendimize istiyoruz. Şimdi uyumana devam et. Peşindekinden seni koruyacağız, senin ruhunu almaya hazır olduğumuz zamana kadar.
Aslı birden bire yatağından sıçrayıp cama koşturdu. Evin hemen dışında bir kurt vardı. Eve yaklaşamadığı belli oluyordu. Rüyasındaki son sözleri hala duyuyor gibi hissediyordu.
"Peşindekinden seni koruyacağız, senin ruhunu almaya hazır olduğumuz zamana kadar."
O zamanın yakın olmadığını umarak yatağına geri döndü. Salondaysa eğri büğrü bir gölge yorgunca dolaşıyordu. Uzun zamandır bu kadar konuşmamıştı. Ama anlatılması gerekenler anlatılmalıydı. Ziyaretçi başına gelecekler için hazır olmalıydı. Peşinde intikam isteyen bir Aldaçı* vardı. Bir Ölüm, hem de en acımasız olanlardan biri. Zamansız ve acılı bir ölümle karşılaşan masum birinin kimliğine bürünen ve onun intikamını alana kadar durmayacak olan bir Ölüm ruhu... Ama bu ölüme Ziyaretçi'sinin neden olduğunu zannetmiyordu. Onun peşinde olmasının tek nedeni belki de masumiyetinin saptırılmış olmasıydı. Bir Ölüm ruhu bile bazen gaflete kapılıp yanlış hedefe odaklanabilir. Ve bir Karanlık Sürgünü için Aldaçı'yı uzak tutmak zordu. Her ne kadar geçici bir vücuda sahip olsa da o tükenmiş bir adamın anısından başka bir şey değildi. Şeytan'ın bir elçisi olarak görmüyordu kendini, zira o kadar güç onun için fazlaydı. Ziyaretçi'lerin gördüklerinden çok uzaktı bu ev. Duvar kağıtlarının yerinde nabız gibi atan bir deri vardı ve fırtınalı gecelerde kan sızdırırdı. Toprağın altında kalan kısımda atan bir kalp gibi sızlayan enerji noktası vardı ve destek kolonları görünenin aksine betondan değil kemiktendi. Karanlık Sürgünü'nün getirilişinden çok önceleri yapılmıştı bu anılar mezarlığı. Harcına kan ve nefret karışmış, koridorlarında dehşet hüküm sürmüştü. Kasabanın çok yaşlı olan sakinleri tepedeki evden hoşlanmazlardı. Bir yabancı değil kendi içlerinden birinin yaptığı bu evden korkuyor ve tiksiniyorlardı. Ama diğerleri bu evin geçmişini bilmezdi. Oraya yeni Ziyaretçi'ler getirip evin enerjisini besleyen Sema Hanım bile bilmiyordu, sadece bir şeyler seziyordu. Karanlık bir tarafı vardı evin. Sislerin ve toprağın ardında saklanan, gün yüzüne çıkmayan karanlık bir şeyler vardı. Patlak veren ufak birkaç olay dışında bunu kanıtlayan bir şey olmamıştı ama gün yaklaşıyordu. Hayalet salonda dolaşmayı kesip bir koltuğa oturdu. Birkaç yıl önce uykusuzluk problemi olan bir yazar gelmişti, hani gerçek olduğunu düşünen hayali kurgulayan yazar. İşte buradan ayrılırken bir kitap bırakmıştı. Sürgün, belki elli kere okumuştu kitabı kimsenin gelmediği o zamanlar boyunca. Adamdan hoşlanmıştı iyi biriydi o. Gitmesine müsaade etmişti. Şimdi son kitabını bitiriyor olmalıydı bu aralar. Ne çok insan gelip geçmiş, ne çoğu saplanıp kalmıştı karanlığa. "Uzun süre uçurumun içine bakarsan, uçurum da senin içine bakar," derler. Burada içine uzunca bakmana gerek yoktu, cehennem zaten senin içine bakıyordu. Ve biliyordu, kimin ne zaman içine düşeceğini, kimin sadece bakıp geçeceğini... Ziyaretçi'si bunlardan hangisi olacaktı? Cehennem'in içine bakıp geçecek mi yoksa onun içine saplanıp kalacak mı?
( Aldaçı* : Türk ve Altay Mitolojileri'nde Ölüm Tanrısı olarak bilinen Aldacı Han'ın yönettiğine inanılan kötü, ölüm ruhları.)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KASABA : KİTAP 2
ParanormalSorunlar devam ediyor. Aslı nereye gidecek? Atilla onu bulabilecek mi?