Kubilay piramitin açılan kısmından çıktığı anda derin bir nefes alıp verdi. Yaşamış olduğu heyecan ve korku kendisinde büyük çaplı bir titreme ortaya çıkarmış olsa da buna aldırış edecek zamanı olmadığını çok iyi biliyordu. Dişlerini sıktı ve kendisine adrenalin sayesinde gelen kısa süreli gücün tüm avantajlarını kullanarak eşyalarını bıraktığı bölgeye doğru koşmaya başladı.
Tüm bedeni bu anlık hareketten ötürü ağlayarak cevap vermiş olsa da Kubilay bu hareketlerini sürdürmeye devam etti. Neredeyse ölmek üzere olan insan kalabalığının içinden kendisini kısacık bir sürede kurtardı. İnsanların bir kısmı hala bilinçlerini koruyordu ve bu koşarak aralarından geçen kişiye baktıklarında meraklı bir bakış ortaya koyuyordu.
Böylesi sefalet dolu bir durumda nasıl koşmaya devam edebiliyordu? Hepsinin kafasındaki bu sorunun cevabı sadece arkasında bırakmış olduğu bölgede saklıydı. Kafalarını çevirdiklerinde piramitin köşesinin olmadığını da görünce insanların hepsi büyük bir merakla birlikte bu bölgeye doğru hareketlenmeye başladı.
“ Sertap Sarıkaya sınavı başarıyla geçerek ödülün ikinci sahibi olmuştur. Kendisini tebrik ederiz.”
Tanıdık gelen sesle birlikte koşu hızını düşürmüş olsa da hemen tekrar hızlanmaya başladı. Bu anlık duraksama sırasında arkasından birisinin “Yemek!” diye bağırdığını duyduğunda korkusu daha da artmıştı.
Bu insanların bölgeyi bulduğunu ve daha fazla insanın kendisine ödül olarak verilen bölgeye akın ettiğini anladı. Hemen sonrasında duyulan sesle birlikte insanların bir kısmının da yeni bölgeye akın edeceğini duyduğunda suratı çoktan buruşmuştu.
Böylesine büyük çaplı bir açlıktan sonra insanlara bu kadar fazla yemek gösterilirse ne olurdu? Elbette ki büyük balıklar küçük balıkları yiyecek ve yemeklerin tek hakimi olacaktı, bundan sonrasındaysa sadece ufacık bir yemek parçası için insanların yapmayacağı bir şey kalmayacaktı.
“Bilinçli zombilerin ayaklanması çok yakın görünüyor…”
Mırıltısıyla birlikte aslında mevcut bölgesine gelmişti bile, battaniyesi hala buradaydı. Bunun ilerleyen zamanlarda çok daha fazla işe yarayacağını bildiği için kuytu köşede bulduğu çantasının içine hızlıca yerleştirdi. Bundan sonrasında çantasının küçük bölmesini açtı ve içinde bulunan bıçağın hala yerli yerinde olduğunu gördüğü için mutlu oldu, olası bir saldırıda kendisini bu bıçakla koruyacağından bıçağı eşofmanının cebine yerleştirdi. Çantasının içinde bulunan el fenerinin de yerinde olduğunu doğruladıktan sonra çantası içinde bulunan diğer gerekli eşyaların çoktan gittiğini fark etmesi de zaman almadı. Ne kadar çevresini kontrol etse de diğer önemli eşyalarını bulamaması onu bir miktar üzdü.
Ancak nereye gittikleri ya da kimin aldığıyla ilgili endişelenmesi için gerekli zamana sahip değildi ve bu süre daha da kısalıyordu. Çantasını omzuna yerleştirdiğinde bir kadın çığlığı geride bıraktığı yoldan kulaklarına doğru ilerledi. Bu da kadının ya saldırıya uğradığını ya da öldürdüğü cesedi fark ettiğini göstermişti.
Kubilay’ın bu noktadan sonrasında yapacağı tek şey kaçmak olsa da gözleri yanlışlıkla yanında ölü gibi yatmakta olan kadına doğru gitti. Kadının hemen yanında oğlunun parçalara ayrılmış olan cesedi bulunuyordu. Kubilay bu kadına oldukça üzgündü, çocuğunun ölümünü görmüş olmasının acısını bir nebze de olsa içinde hissetti. Anneliğin önemli olduğunu bilse de elinden başka tek bir şeyin gelmeyeceğini biliyordu. Ne kadar denerse denesin çocuğunun geri dönmesi imkansızdı.
Ancak kaçmayı düşündüğü sırada vicdanı kendisini durdurdu, kadına doğru gitti ve önünde çömeldi. Kadının durumunu kontrol etmeye başladı, en azından nefes aldığını fark ettiğinde şaşırmıştı, çünkü bu haldeki bir kadının bu kadar güçlü bir vücudu ve güçlü bir iradesi olmasını beklemiyordu.
“Yaklaşma… Bana…”
Kadının sesi oldukça ağırdı ve neredeyse duyulmayacak kadar da kısıktı, Kubilay bu kelimeleri güç bela dudaklarını okuyarak ve dibinde olarak ancak anlamıştı. Kadına doğru bakışını sürdürdü ve gözleri biri biriyle buluştu. Neredeyse ölmek üzere olan kadının gözlerindeki ateş Kubilay’ın bakışlarını erkenden çekmesine neden olmuştu. Açıkçası kadın ne kadar kötü durumda olursa olsun korkmuştu, daha öncesinde bu kadar saldırgan bir bakış görmemişti.
“Ben… Başın sağ olsun. Biliyor musun öldüğünü düşünerek yanına gelmiştim ama yaşaman baya beni şaşırttı.”
Kadın hala daha gözlerinin içine bakmaya devam ediyordu, bakışları uzun bir süre Kubilay’ın ruhu delip geçiyor gibiydi, en sonunda bakışları yumuşadı ve Kubilay’a karşı merhamet dilenen bir bakış takınmaya başladı. Bu anlık bakış farklılığı Kubilay’ın kalbini burkmuştu.
Derin bir nefes aldı ve ardından çantasını sırtından indirdi, “İçinde neredeyse hiçbir şey olmasa da belki sana yardımcı olur. Kendine iyi bak.”
Tam ayağa kalkıp gitmek üzereydi ki ayak bileğinden kadının kendisini tuttuğunu gördü, gözlerinde göz yaşları vardı ve hala merhamet için bakmaya devam ediyordu. Kuru ve çatlak dudakları güçlükle tekrar açıldı. “Yardım et… İntikam… Yaşamam lazım.”
Basit ve mevcut durum içerisinde olağan kelimelerdi, ancak her kelimenin ardındaki duygu oldukça güçlüydü.
Kubilay kadına bir an daha baktı, derin bir iç çekti. Çantayı bir kez daha sırtına aldı ve ardından da kadını ayağa kaldırmak için gücünü kullandı. Paçavraya dönmüş olan kıyafetinin bir kısmından yakaladı ve kolunu omzuna dolattı. Tek bir kelime dahi konuşmadı, konuşmasına gerek yoktu. Daha fazla konuşursa eğer bu sadece kendi kalbinin bu kadına yumuşakça davranması demek olacaktı, bunun olmasını istemiyordu.
Etrafta bulunan yarı ölü insanlar hareket eden ikiliyi gördüklerinde kafalarını yukarıya kaldırsa da kimsenin tek kılını dahi kıpırdatacak gücü yoktu. Bu insanların merak ettiği tek bir konu vardı, hükümet kendilerini ne zaman kurtaracak. Ancak insanlar gün geçtikçe hem umutlarını hem de güçlerini kaybediyordu, yakın zamanda insanların büyük bir çoğunluğu ölmüş olacak ve peşlerinde de ölen umutlarını götürecekti.
Kubilay, kadının kendisini taşıyacak tek bir gücü dahi olmadığından büyük zorluk çekse de yemiş olduğu yemek sayesinde gücünün büyük bir kısmını mucizevi bir şekilde yeniden karşılamıştı. Ayakları yere daha sağlam basıyordu ve iki bedeni de büyük bir ustalıkla taşıyordu.
Akşam karanlığı bir kez daha kendisini gösterdiğinde ikisi de aşırı yorgun durumdaydı, Kubilay’ın gücü neredeyse tükenmek üzereydi ve taşıdığı kadın iki saattir zaten uyuyordu. Aşırı hafif almış olduğu nefes olmamış olsa öldüğüne bile inanabilirdi.
Çantasından battaniyesini çıkardı ve yanındaki kadınla birlikte kendisini örttü. Kadının baygın durumunda kendisini dengede tutacak hali bile olmadığından kafasını da omzuna düşürttü. Ardından da tıpkı çevresindeki insanların yaptığı gibi gözlerini kapatıp uyumaya başladı.
“Muhammet Aydoğdu sınavı başarıyla geçerek ödülün üçüncü sahibi olmuştur. Kendisini tebrik ederiz.”
Ses duyulduğunda gece vakti irkilerek Kubilay uyandı, soğuk ve hangi cinsiyetten olduğunu ayırt edemediği sesi neden sürekli duyduğunu anlamayarak paniklemeye başladı. Kafasına ne kadar bununla ilgili çözüm önerileri sunmuş olsa da hiçbiri mantıklı görünmüyordu. Bu da onu korkutmaya başlamıştı, delirmeye başladığını düşünmeye başladı.
Gelen sesle birlikte uykusu kaçmış olan Kubilay ellerini kafasının arkasına yastık olarak koydu ve yıldızları izlemeye başladı. Kısacık bir sürenin ardından arkasındaki piramit duvarının titremeye başladığını fark eden Kubilay panikle ayaklandı ve arkasına bakmaya başladı.
Tıpkı geçmişte olduğu gibi duvar geriye doğru kayarak ilerliyordu. Ancak diğer olayın aksine duvar bu sefer fazla ilerlemeden yukarıya açılan bir boşluğun içine doğru gömüldü. Bir kez daha koridordaki meşaleler kendi kendine yanmaya başladığında Kubilay karşısında ucunu göremediği uzun bir koridor keşfetmişti.
“Tebrikler, asıl sınavın kapıları açıldı. Nihai sınav için olan girişlerin açılmasına vesile olan Kubilay Balçova bizden 100 puan kazanmıştır.”
Şaşkın bakışlarla önündeki uzun koridora bakışını sürdüren Kubilay çevresindeki insanlara panik içerisinde bakmaya başladı. Kimsenin bu yaşanan olaya tepki göstermediğini fark ettiğindeyse derin bir iç çekti ve geçmişte açmış olduğu oda gibi olacağını düşünerek sevindi. Yanındaki kadını dürtükledi ve uyandığını anladığında ayağa kaldırdı. Bundan sonrasındaysa çantasını sırtına yerleştirerek uzun koridordan içeriye ilerlemeye başladı.
Kendisine uzun görünen bu koridorun aslında bir başka kapıyla kapalı olduğunu anlaması pek de uzun sürmemişti. Kapı sıradan bir ahşap kapıya benziyordu ancak tamamen taştan yapılmıştı. Kapının arkasında ne olduğuyla ilgili merak içerisinde olan Kubilay güçlükle kapıyı ittirebildi ve kapıyı açması beş dakikadan fazla sürmüştü.
Kubilay gördükleri karşısında şaşırıp kalmıştı, yemyeşil arazinin kendisini kucaklamış olduğu bu alanda, bir çok ağaç kendisine el sallarcasına dallarını rüzgar karşısında sallandırıyordu. Gözlerini yukarıya çevirdiğindeyse kendisini bekleyen bir güneş vardı ve buna şok olmuştu. Kapalı bir alanda güneşin nasıl olabileceğini düşünerek kısa bir süre güneşe doğru baktı. Ancak bu durum burnuna yemek kokuları geldiği anda değişmişti, bakışları hemen daha öncesindeki gibi taştan yapılmış olan masaya doğru yöneldi. Eşsiz ve daha buharı tüten yemekleri gördüğü gibi adımlarını hızlandırarak kendisini bu doğa harikasının içine bıraktı.
Masanın önüne geldiğinde Kubilay her yemeğin yanında belirli rakamlar olduğunu fark etmişti. Gözlerinin önünde dumanı tüten bir porsiyonluk İskender Kebap durmaktaydı ancak üstünde “20” numarasının bulunduğu bir tabela asılıydı.
O anda kafasında bu numaraların anlamı ortaya çıktı, koridorda yürürken kendisine verilen yüz puan olduğunu anladı ve bunun burada harcanmak için olduğunu fark etti.
Kendisini ve kadını masaya oturtan Kubilay ardından kadın için sıcak bir çorbaya doğru yöneldi. Kadın için çorba potundan bir tabak çorba doldurduğunda “5 puan düşülerek 95 puanınız kaldı.” Diyen tanıdık duygusuz ses yükseldi.
Bununla birlikte düşüncelerinin hepsi bir seferde doğrulanmış oldu. Kadın yarı baygın gözleriyle önündekilere baktığında suratında masum bir tebessüm ortaya çıktı, elleri güçlükle havaya yükseldi ve çorba kaşığını güçlükle dudaklarına götürdü.
Bu sırada Kubilay’da kendisi için yemekler almaya başladı. Toplam puanının 25 ini daha harcadığında çoktan tabağı tıklım tıklım doluydu. Hepsini afiyetle yemeye başladı.
Yemeklerini yerken ikisi de sessizdi, kadının çorbasını bitirmesi pek sürmemişti. Çorba içtikten sonra suratında daha fazla canlılık izi mevcuttu.
Kadın kendisine bakmakta olan Kubilay’a doğru döndü, suratında minnettar bir ifade mevcuttu. “Teşekkür ederim.” Mırıltıları kendisine özgü bir ses çıkartmış olsa da Kubilay bunu rahatlıkla anladı, sadece kafa sallamakla yetinmiş olan Kubilay’ın bu hareketiyle birlikte ikili yemeklerini yemeye devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nemesis Sistemi - Dünyanın Kaderi
Fantasyİnsanlık tek bir büyük çaplı depremle yok olma eşiğine geldi, üstelik bu deprem bilim insanlarınca haber edilmiş olmasına rağmen bu duruma gelmişlerdi. Sırf devletlerin yapmış olduğu propagandalar yüzünden kimse bilim insanlarını dinlemedi. En sonun...