Şiddetli yer sarsıntısı toplamda iki gün boyunca devam etti. Kubilay'ın çantasında saklamış olduğu gıdalarda neredeyse bitmek üzereydi. Suyunu idareli kullanıyordu ancak o da bitmek üzereydi ve sadece iki yudumluk bir suyu kalmıştı. Su şişesini görebileceği miktarda yukarıya doğru kaldırdı ve bitmek üzere olduğunu fark ettiği anda ölüm korkusu onu daha da içine aldı. Biliyordu, çok yakın bir zamanda suyu ve yemeği bitecek ve herkes birbirine saldıracaktı. Bu süre içerisinde bir miktar daha kendisini savunabilirse bir miktar daha yaşayacaktı ancak bundan sonrasında ölecekti.
Üstelik taşran mızrakları tırmanmaya çalışan bir grup insanın tırmandıktan hemen sonrasında çığlıklar attığını ve hemen ardından da bir daha asla görünmediklerini fark etmişti. Kubilay merak ediyordu şuan bu mızrak gibi olan duvarın üstünde ne oluyordu? İnsanları bir alana hapsetmiş olan bu duvarın bir şeyden kendilerini koruduğuna emindi ancak ne olduğunu bilmemek onu büyük bir tehlike içine sokmuştu.
Milli park son derece büyüktü ve ağaçlık alan da oldukça fazlaydı, bu alan içerisinde bir iki tane yenilebilir meyve ağacı buldular ve yaz olduğundan ötürü şanslılardı ki en azından meyve yiyebiliyorlardı. Bu meyve ağaçlarından birisi de Kubilay'ın yanındaydı ve bir iki tane elma yemişti. Elma ekşiydi ve fazla yediğinde midesinin yandığını hissediyordu. İlk yediği iki elmadan sonra bu ağaçtan yeme fikri çoktan ortadan kalkmıştı.
Tüm insanların kafasında bir düşünce vardı, neler oluyordu, yoksa bu kaçık ilan ettikleri bilim insanları doğruyu mu söylüyordu?
Kubilay, çantasında bulunan pilli radyosunu belirli zaman aralıklarında açıyordu, bu sayede olası bir haber olursa dinleyebileceğini düşünüyordu. Ancak tek duyabildiği statik elektriğin kendine has sesiydi. Tek bir sinyal kaynağını bile bulamadı.
Bu sırada pramit çoktan yükselmeyi bıraktı, devasa bir pramit yine aynı oranda devasa olan milli parkın %75'ini kapsar hale gelmişti. Böylesine büyük bir pramitin neden bir anda ortaya çıktığıysa büyük bir karmaşaydı, insanlar hala bunu anlamıyordu ve herkes bu pramite baktığında suratlarında büyük bir soru işaretiyle dolu duruyordu.
Kubilay elbette ki bu insanlarla aynı soruları kendine soruyordu. Ancak kafası içerisinde dönen cevaplar arasında tek bir tanesi bile bu duruma uygun değildi. Olası tüm senaryolar bile bunu mantıklı bir açıklamayla açıklayamaz haldeydi, işte Kubilay'ın en çok canını sıkan durumda buydu. Neden tüm bunlar onun başına geliyordu?
Önce neredeyse tüm mal varlığını paraya çevirmişti, şimdiyse bu malvarlıklarının hepsi bir anda toz olmuştu. Deprem yaşayabileceği tek evi de tuzla buz etmişti, şimdi ne yapacaktı? Bunu defalarca kez kendisine sordu, ancak bundan tek bir yanıt dahi alamadı.
"Dur, yalvarırım buna dokunma. Bu çocuğum için son yiyecek!"
Kubilay göz ucuyla bu sese doğru baktı, dün çocuğunu kurtarmış olduğu anneydi. Oldukça kötü bir durumdaydı, her ne kadar yaz gecesi olsa da kadının soğuktan ötürü titrediğini görmüştü. Üstelik yanında sadece tek bir deprem çantası vardı ve bu çanta içerisindeki minik battaniyeyi çocuğu kullanıyordu. Kubilay bu kadına acımış olsa da kendi battaniyesini ona vermeyecek kadar ihtiyatlıydı. Bunu yaparsa her ne kadar soğuk hissetmemiş olsa da gece vakti düşen sıcaklıktan ötürü üşümesi muhtemeldi, üşümesinin daha fazla enerji israfı yapacağını sporcu olarak çok iyi biliyordu ve bunun olmaması için elinden geleni yapardı.
Çünkü biliyordu ki; ne kadar çok üşürse o kadar çok enerji harcar ve ne kadar çok enerji harcarsa o kadar çok karnı acıkırdı. Şuan neredeyse tükenme aşamasına ulaşmış olan yemeklerinin sırf bundan ötürü ortadan kalkmasını istemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nemesis Sistemi - Dünyanın Kaderi
Fantasiaİnsanlık tek bir büyük çaplı depremle yok olma eşiğine geldi, üstelik bu deprem bilim insanlarınca haber edilmiş olmasına rağmen bu duruma gelmişlerdi. Sırf devletlerin yapmış olduğu propagandalar yüzünden kimse bilim insanlarını dinlemedi. En sonun...