İki farklı yol ortasında duran Kubilay ve Figen ne yapacağını bilmeden bir süre bekledi. Kendilerini aydınlatan düzensiz meşale ışıklarının vermiş olduğu uzun gölgeler, her hareketlerinde yer değiştiriyordu. Soğuk, nemden rutubet yapmış olan taştan zeminin belirli bölgelerinden aşağıya minik su damlaları düşüyordu. İkisinin de aklında tek bir soru vardı, şimdi ne yapacaklardı? İki farklı yol arasında sürekli düşünüyorlar ve birbirlerine bakıyorlardı.
Bakışmaları ve düşünceleri uzun zaman aldı, bu sırada kafalarında sesi bir kez daha duymuşlardı. Onlardan hemen sonrasında "İsmail Türüt" adlı kişi zorunlu eğitim görevine başlamıştı. Ardından bir başka ses duyuldu, ikisi de bu sesin ne için ortaya çıktığını tahmin ediyor gibiydi ama ikisi de tahminlerinde yanılmıştı.
"Her eğitim görevi en fazla iki kişiyi aynı bölgeye gönderecek şekilde tasarlandığı için İsmail Türüt bir başka eğitim görevine gönderilmiştir."
İkisi de bu duruma şaşkınlıkla bakmaya devam ettiler. Bunun gibi nice eğitim görevinin olduğunu öğrendiklerinde şok olmuşlardı. Şimdi Kubilay merak ediyordu, üçüncü gelen kişinin karşılaşacağı ilk şey ne olurdu? Onu nasıl bir yaratık bekliyor olacaktı?
Bu anlık düşüncesinden hemen kurtulan Kubilay, kendisini bekleyen bu geniş ve düzensiz aydınlatılmış, rutubetli duvarların ayırmış olduğu iki yol ayrımına doğru tekrar bakmaya ve düşünmeye başladı.
Kubilay korkuyordu, başına ne geleceğini bilmiyordu ve yanında Figen'in olması onu daha da korkuyordu. Figen'in daha önceki gibi bağırdığını düşündüğünde kafası patlayacak gibi oluyordu. Arkalarında bıraktıkları yaratığın sağır olduğu olmamış olsa ölmeleri garantilenmiş olurdu. Peki ya birlikte ilerlerlerse ne olacaktı? Kendisinin bir çığlığıyla ikisi de oracıkta can vermeyeceklermiydi? Bu korku zihnini sürekli olarak kemirdi. Hala daha dudaklarını sımsıkı kapalı tutuyordu ve bunu Figen'e nasıl açıklayacağını düşünüyordu. Alnından bir damla ter parçası düştü, dudaklarını titretti ve Figen'e doğru baktı.
"Ben sol taraftan gidiyorum sen ne düşünüyorsun?" Figen'in bir anda konuşmasıyla Kubilay derin bir nefes aldı. En sonunda düşüncelerini mantıklı bir şekilde açıklama imkanının kendisine verildiğini keşfetti. "Bana göre burada ayrılmamız daha iyi olacaktır, o halde bende sağ taraftan ilerleyeceğim."
Figen bu söz üzerine sadece kafasını sallamakla yetindi, Kubilay'ın düşüncelerinin aksine tek bir kelime konuşmayarak sırtında bulunan çantayla birlikte belirlemiş olduğu yöne doğru ilerledi. "Kendine dikkat et." Diyerek ardında kalmış olan Kubilay'a neredeyse belirsiz olan el sallaması gösterdi. Sonrasında tekrar arkasına bakmayarak ilerlemesini sürdürdü. Meşale alevlerinin ufacık alanı göstermesinden ötürü kısacık bir sürede de şekli belirsizliğe uğradı. Kendisini bir daha göremeyen Kubilay derin bir nefes aldı ve en sonunda belirlemiş olduğu bölgeye doğru ilerledi.
Meşale alevleri kimi zaman düzenli kimi zamansa düzensiz bir şekilde devam ediyordu, ara ara yanan meşale alevlerinin rengi farklılık gösterse de Kubilay bu değişik renklerdeki alevleri pek de umursamadı. Korkusu zaten bunlara dikkat edemeyeceği kadar fazlaydı.
Kubilay dişlerinin korkudan mı yoksa soğuk ve rutubetli taş duvarlardan ötürü mü takırdadığını bir türlü çözemedi. Ancak o kadar çok takırdıyordu ki kontrolünü sadece dişlerini olan kuvvetiyle kenetleyerek çözebiliyordu. Ne zaman çenesi ağrıyıp hafifçe aralasa takırdaması geri geliyordu, bu durum karşısında ne yapacağını bir türlü öğrenemedi.
Kubilay'ın gözü yeşil renkli alevler çıkartan meşalenin altındaki karanlık gölgeye doğru kaydı. Duvarların hepsi sabit renk ve tasarıma sahipken bu duvarın üstüne oyulmuş olan bir simge gördü. Bu basit bir kare içerisine eklenmiş olan çarpı işaretinden meydana gelen bir simgeydi. Ellerini bu simgenin üstüne yerleştirdi ve simgenin izlerini, kısacık bir süre içerisinde parmaklarıyla takip etti. Ne için bu konulmuştu? Aklı hala daha bunu anlamlandıramamıştı. Terli sırtına soğuk bir rüzgar çarptığında da bunu düşünmeyi bıraktı ve bakışlarını başka bölgelere doğru yoğunlaştırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nemesis Sistemi - Dünyanın Kaderi
Fantasyİnsanlık tek bir büyük çaplı depremle yok olma eşiğine geldi, üstelik bu deprem bilim insanlarınca haber edilmiş olmasına rağmen bu duruma gelmişlerdi. Sırf devletlerin yapmış olduğu propagandalar yüzünden kimse bilim insanlarını dinlemedi. En sonun...