İşte, oradaydı. Karşısındaydı.
Onu birkaç sokak ötedeki bir sanat galerisinde, büyükçe bir tablonun önüne oturmuş, elindeki yaprakları buruşmuş haldeki deftere pilot kalemiyle, arada bir kelimelerin üzerini karalayarak bir şeyler yazarken göreli birkaç hafta geçmişti. İlk görüşünde ilgisini çekmesinin nedeni fazlasıyla ilahiydi, hatta öyle ki, bir nedeninin olduğu bile söylenemezdi, bu sadece... ilahiydi.
18. yüzyıldan kalma çıplak bir erkek vücudunu konu alan görkemli heykelin karşısındaki banka oturmuş, heykelin portresini çıkarmaya çalışırken genci görmüştü. Galeriye ilk girdiğinde, yüzünde oluşan hayranlık dolu ifadeye tesadüf eseri denk gelmiş ve sonrasında onu izleme ihtiyacı duymuştu. Genç adam bir iskoç savaşçısının kilt eteği ve göğsündeki savaş yarasıyla birlikte resmedildiği bir tabloyu bir süre inceledikten sonra Harry'nin kendisinin en sevdiği tablosu olan, yaptığı için gurur duyduğu eseri; Cennetten Günahlar isimli tablosunun önüne gelmiş ve önünde bağdaş kurarak defteriyle kalemini çıkarmıştı.
Bir kez daha orada, aynı yerde oturmuş, bir şeyler yazıyordu. Bu, Harry'nin onu dokuzuncu görüşüydü. Onunla konuşma ihtiyacı duyuyor, ama buna cesaret edemiyordu. Bir şekilde, oradaki onlarca insanın arasında, gördüğü tüm bedenler farklı olsa da hissetmeye bile tenezzül etmediği ruhların aynı olduğu yerde, bu genç fazlasıyla ilgisini çekmişti. Nedeni kendi yaptığı tabloya bu denli ilgi duyması bile değildi. Genç, Harry yapsın ya da yapmasın, o esere karşı gözle görülür bir bağlılık ve tutku duyuyordu.
Harry onu ilk birkaç görüşünden sonra her gün galeriye gelip gencin ne zamanlar buraya geldiğini saptamıştı. Haftanın üç günü, pazartesi, çarşamba ve cuma, her zaman aynı saatlerde burada, tablosunun önünde oturmuş, bir şeyler yazıyor olurdu.
Tanışmaya cesareti yoktu, çünkü henüz ismini bile bilmediği bu genç adam öylesine masum, öylesine saf bir güzellikte görünüyordu ki, onu tanıyarak bu büyüyü gerçekliğin algısıyla bozmak istemiyordu. Lord Henry'nin Gladys'e de dediği gibi, her yolun sonu hayal kırıklığıydı. İnsanları tanımayı sevmiyordu. Uzaktan yaptığı gözlemlerle çok daha güzeldiler. Yalnız, hatta yapayalnız sürdüğü yaşamından memnundu, yalnızlık kendi benliğinin en ufak fısıltısını dahi duyabilmesi demekti. İnsanlar hayatına dahil olduğunda onu o yapan şeyden, sanatından uzaklaşacağından korkuyordu. İnsanlar kusurlu olsa da, sanat değildi. Belki de sadece henüz çok genç olmasından böyle düşünüyordu. O sadece varlığına anlam katmak istiyordu. Bilime yönelebilirdi, bilim elbette ki en önemli gerçekti, ama yine de onu tatmin edemezdi, çünkü bilimin ulaşamayacağı tek şey belki de varolduğuna inandığı ruhuydu, ve Harry'nin ruhu bilimin doyuramayacağı kadar doyumsuzdu. O paletleri, kalemleri, tuvali, ensturmanları, plakları ve kitapları ile mutluydu.
Gencin defterine her ne yazıyorsa, onları yazışını izlemeye devam etti. Yüzünde huzurlu bir tebessümle yapıyordu bunu. Harry tablolarını yaparken kaşları her zaman konstantrasyonun etkisiyle çatık hâlde olurdu.
Onunla tanışmayacaktı. Onu ilk bakışta böylesine cezbeden bir varlık sonradan pek de dikkatini çekmeyince Harry yaşayacağı hüznü tahmin bile edemiyordu. Onunla tanışmak istemiyordu.
Öyleyse neden adımları ona yönelmiş, git gide bu güzel yüzlü gence yaklaşarak yanına doğru gidiyordu?
Yavaşça genç adamın yanına oturup tıpkı onun gibi bağdaş kurdu. Genç dağılan dikkatiyle adama baktı ve "Merhaba," diye nazikçe selamladı.
Harry göğsünün sıkıştığını hissetti. Duyduğu ses o kadar zarif, o kadar estetikti ki diyeceği tüm şeyleri unutmuştu. Sırf bu sesi daha çok duyabilmek için kendi sözlerini ona verebilirdi.
Gözleri deftere takıldığında genç adam bunu fark etti ve yavaşça, yüzünde huzursuz bir ifadeyle defterin kapağını kapattı. Yazdıklarının okunmasını istemiyordu.
Harry, genci daha fazla huzursuz etmemek adına söze girdi. "Seni hep burada görüyorum, her zaman, bu tablonun önünde."
Genç gülümsedi. "Bu tabloyu çok seviyorum. Ayrıca, üniversitemin düzenlediği bir hikaye yarışmasına katıldım, bu tablonun önünde yazmak bana ilham veriyor."
Harry başını memnuniyetle salladı. "Ne okuyorsun?"
"Edebiyat."
Harry hoşnut bir sesle kıkırdadı. Genç konuşmasına devam etti.
"Biliyorum, pek akıllıca bir seçim değil, ama kendimi başka bir şey yaparken düşünemiyorum."
Harry bu sözleri dinledikten sonra araya giren sessizlik boyunca ikisi de Harry'nin yaptığı tabloyu seyretti. Cennetten Günahlar isimli bu çalışması Harry'nin de favorisiydi. Tabloda güzel görünümlü melekler ve çirkin suratlı şeytanlar, ve de fani insanlar bulunuyordu. Bu konuyu farklı kılan şey ise şeytanların melek, meleklerinse şeytan görevi üstlenmesiydi. Melekler, yüzlerindeki güven verici, masum ifadeyle insanlara işkence ederken, korkunç görünümlü şeytanlar ise insanları ardlarına almış, meleklerin zulmünden korumaya çalışıyordu.
Sessizliği bozan genç adam oldu. "Mmm," çekingen bir sesle konuştu. "İsmim Louis."
Harry elini uzatarak Louis ile tokalaştı. "Harry. Memnun oldum."
"Sen ne yapıyorsun peki?" Louis kibar bir merakla sordu. "Seni de sürekli heykel bölümünün orada görüyorum."
Harry dudaklarını yaladı ve Louis'nin mavi gözlerine baktı. "Ressamım. Geçen yıl Sanat Okulu'ndan mezun oldum. O zamandan beri kendi sergilerimi açıyor veya galerilere tablolarımı satıyorum."
Louis'nin dudaklarının hayranlıkla aralandığını gördü. "Vay canına. Mükemmel."
"Evet, öyle."
Louis kıkırdadı. "Ee, para kazanabiliyor musun bari?"
Harry bu soruda sadece dostanelik seziyordu. O yüzden rahat bir şekilde cevap verdi. "Ressamlıktan kiramı ödeyecek kadar kazanıyorum, ama kira ödemiyorum. Ailemden kalan stüdyo tipi bir dairede kalıyorum. Aşağı katını kitabevi olarak kullanıyorum. Dürüst olmak gerekirse, kitapçılık ressamlıktan daha iyi para kazandırıyor."
Louis alaycı ama samimi bir şekilde şakıdı. "İşte benim sonum da bu! Tabii bir yazar olabilirsem..." Harry'ye gülümsedi. "Dükkanın nerede? Fazla uzak değilse kitap alacağım zaman uğrayabilirim."
Harry heyecanını gizleyerek "Üç sokak ötedeki Donat Dükkanı'nı biliyor musun? Onun arkasında. Her zaman beklerim." Dedi.
Louis gülümsüyordu. Bu tanışmanın onu mutlu ettiği belliydi. "Eh, belki bana çalışmalarını gösterirsin? Daha önce hiç bir ressam ile tanışmadım, benim için harika bir deneyim olur."
Harry başını gururla salladı. "Elbette. Cenneten Günahlar'ı bu kadar beğendiysen çalışmalarımı da seveceksin."
Louis kaşlarını kaldırarak baktı. "Demek o kadar iddialısın?"
Harry eserine bakarak gülümsedi. İddialı olduğu falan yoktu, ama Cennetten Günahlar'ı yapanın kendisi olduğunu söylemek için acele etmek istemiyordu. Her nasılsa içinden bir ses, Louis'nin hayatındaki geçici şeylerden biri olmayacağını fısıldıyordu.
Louis gitmesi gerektiğini üzgünce söyleyene kadar galeride kısık sesle konuşarak muhabbet ettiler. Harry onu dinlemeyi sevmişti.
Louis gittikten sonra bir yarım saat kadar daha orada kalıp heykelinin başına dönerek çizimini yaptı. Dudaklarından silinmeyen gülümsemeyi fark ettiğinde daha çok gülümsedi.
Louis'nin en kısa sürede ona uğramasını umdu. Ona çalışmalarını göstermek için sabırsızlanıyordu.
•••
vote ve yorumlar ellerinizden öper
ŞİMDİ OKUDUĞUN
after the fall ➵ larry
Fanfiction"Bir gün çok ünlü olacağım, biliyorum." Demişti Harry. "O zaman gerçek bir sanatçı olacağım." Louis birkaç saat orada, Harry'yle kaldı. Şarapları da bittiğinde birazcık sarhoş hissediyordu, ama sadece birazcık. Kendisini tutamayarak "Kolların çok gü...