2

570 168 41
                                    

vote ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen, benim için önemliler

•••

"Merhaba?" Louis girdiği dükkanda kimseyi göremeyince, ilgili birisi varsa duyması için seslendi. Birkaç gün önce tanıştığı genç adamın dükkanındaydı. Orta büyüklükte olan ama bir kitapçı için yeterli duran bir yerdi.

"Louis!" Harry'nin neşeli sesi onu arkasındaki ahşap merdivenin basamağından karşılamıştı. "Gelmene çok sevindim. Gelmezsin sanmıştım."

Louis, Harry'yi süzüp ne kadar çekici göründüğünü fark ederek kızardı. "Bir ara uğrayacağımı söylemiştim." Aslında sadece gri bir eşofman ve beyaz, ince bir tişört giyiyordu. Ayakları çıplaktı. Saçları dağılmış ama bir bandanayla toparlanmıştı. O an, bu adamın ne kadar güzel bir varlık olduğunu fark ettiği andı.

"Evet, söylemiştin, ama ne bileyim, gelmezsin diye düşünmüştüm." Harry'nin nazik sesi onu düşüncelerinden kopardı. "Sana çalışmalarımı göstermemi halen daha istiyor musun?"

Louis bu soru karşısında aniden canlandı ve adeta şakıdı. "Evet!" Sesinin heyecanla biraz yüksek çıkmasından utanmış olacak ki "Çok isterim." Diye eklediğinde bunları çok daha sakin bir tonla söylemişti.

"Gel, seni çalışma odama götüreyim."

Harry'yi takip ederek merdivenleri onun ardından çıktı. Basamakların sonunda bir daire kapısı bulunuyordu. Harry kilitli olmayan kapıyı açıp Louis'nin geçmesi için geri çekildi. Louis 'Teşekkürler' diye mırıldanıp içeri geçti. Harry'nin dairesi güzeldi. Biraz dağınıktı, ama yine de güzeldi.

Dairenin kapısını ardlarından kapatan Harry koridorun hemen başındaki bir odanın kapısını açtı. Gözleri zinde görünüyor, çalışmalarını Louis ile paylaşacağı için mutlu görünüyordu. "Burası."

Louis ruhunda neredeyse somut şekilde hissettiği meltem esintisiyle derin bir nefes aldı ve neden bu kadar heyecanlandığını kestirmeye çalıştı. O sadece ikinci kez gördüğü bir adamdı, yine de Louis, Harry'yi son görüşü olmayacağını biliyordu. Bunu temin eden hissiyat çok yoğundu.

Odaya girdiğinde beklediği üzere, birçok tuvalle karşılaştı. Raflarda boya malzemeleri sıralıydı. Harry bir köşeyi de müzik köşesi olarak kullanmıştı. Duvara dayalı siyah bir piyano, hemen yanında akustik bir gitar, biraz ilerisinde de çantalı bir pikap vardı. Plaklar, pikapın üzerinde bulunduğu bel hizasındaki dolabın alt tarafındaki bölmede sıralanmıştı.

Tamamlanmamış tuvallerin olduğu kısma yaklaşıp incelemeye başladı. Bazıları portreydi, ama çizilen insan yüzlerinden hiçbiri bitirilmemiş, sanata katkı sağlayamayacakları bir şekilde orada tozlanmaya terk edilmişti. "Neden bunları yarım bıraktın?" diye sordu Louis.

"Çünkü portresini çizmeye başladığım herkes ben bitiremeden gözümde güzelliğini yitirdi. Bir noktadan sonra kimseyi resmetmeye değer bulamadım."

Bu açıklama her nedense içini sızlatmış, oradan kaçıp gitmek istemesine neden olmuştu. Harry'ye bu kadar çabuk kapılması tam bir aptallıktı, onu tanımıyordu bile, ama yine de bir şekilde, onun hayatında kalmak istiyordu.

Harry ona odadaki neredeyse tüm tuvalleri tanıttı, hikayelerini anlattı. Bazıları Louis'yi çok ürkütmüştü, yaratık çizimleri vardı ve Harry'ye onların ne olduğunu, neden böyle bir şey çizdiğini sorduğunda Harry'den "Onlar benim," cevabını almıştı. Harry, Louis'ye kendisini çizdiği birkaç portre daha gösterdi. Bunların hepsinde Harry'nin, güzelliğiyle alay ettiği, onu aşağıladığı görülüyordu, çünkü Harry, kendisini resmettiği bu resimlerin hepsinde yüzünü çirkinleştirmişti. Harry'ye göre bu yaptığı, ruhunu korumasının yollarından biriydi. Işık yüzünden kör olmak her zaman korktuğu bir şey olmuştu. "Bir gün çok ünlü olacağım, biliyorum." Demişti. "O zaman gerçek bir sanatçı olacağım." Louis'ye kendisini çirkinleştirerek resmetmesini böyle açıklamıştı. Güzel olduğunu biliyordu, ama çalışmaları, tabloları onun ruhuydu. Aslında, herhangi bir şey çizerken bile o şeyin görünüşünden çok ruhunu resmetmeye çalışıyordu. Harry kötü bir insan olduğunu düşünmese de kendi portrelerine ruhunun çirkin taraflarını yansıtıyordu, çünkü Oscar Wilde'ın Dorian Gray'i gibi olmak istemiyordu. Onu Wilde değil, Tanrı yaratmıştı.

Louis birkaç saat orada, Harry'yle kaldı. Harry kısa bir anlığına gidip Louis'nin acıktığını düşünüp elinde iki tane avokadolu ve peynirli sandviç ile bir tane tarçınlı çörekle döndü. Diğer elinde büyük bir şarap şişesi ve iki kadeh tutuyordu.

Louis hayatında hiç böyle hissettiğini hatırlamamakla beraber, Harry'yi tanıdığı için çok mutluydu. Harry gerçek olamayacak kadar gerçek duruyor, gerçeklik algısının sahtelik tozlarına bulanmamış varlığıyla Louis'nin nefesini kesiyordu.

Birçok şeyden konuştular. Filmler, diziler, kitaplar, ünlüler, müzik. Hatta kendilerinden bile söz etmişlerdi. Artık Harry Styles hakkında daha çok şey biliyordu. Kendisinden utanarak bahsetmişti, çünkü ilgi çekici bir hikayesi yoktu, bu yüzden Harry'nin anılarını büyülenmiş bir edayla dinledi.

Şarapları da bittiğinde Louis birazcık sarhoş hissediyordu, ama sadece birazcık. Kendisini tutamayarak "Kolların çok güzel," diye mırıldandı.

"Ne?" Harry güldü.

Louis omuz silkti. "Güzeller işte." Belki de biraz şarabın etkisinden, saçmalamaya devam etti. "Bana sarılır mısın? Kollarında olmak nasıl hissettirir merak ettim."

Harry buna karşın sadece gülümsedi ve Louis'yi kollarına çekti. Sırtını duvara dayamış, bacaklarını uzatmış halde Louis'yi kollarında tutuyordu. Louis başını Harry'nin göğsüne dayamış yatarken hafif sarhoşluğunun etkisi geçer geçmez boğulacağı utanç hissinin farkındaydı, ama yine de buna değerdi, çünkü Harry'nin kolları arasında olmak çok güzeldi.

Gözleri kapanmadan önce son sözleri "Harry?" oldu. "Sen zaten gerçek bir sanatçısın."

after the fall ➵ larryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin