Kaburgalarımda kıvrılan bir eziklik büyük bir sızıntıyla baş gösteriyordu. Namütanahi bir ormanın içerisinde neden yürüdüğümü bilmiyordum. Bir süre daha ormanın derinliklerine ilerlerken bir anda titreyerek yere yığıldım. Bilincim yavaş yavaş beni buluyordu. Sanki bunların tümünü yapan değildim. Zihnimi biri yönetmişti. Ağzımdan altımda kalan koyu yeşilliklere kan dökülürken gözlerim irice açıldı. Sanki canımı çekiyorlardı. Ayaklarım buz tutmuş ve sanki gözüme bir perde inivermişti. Dünya tamamen soyutlanmıştı. Ellerim ve ayaklarım bir yaprak gibi sağa sola titrerken bana ne olduğunu çözmeye çalıştım. Ve o anda tanınmaz bir gülme sesi kulaklarıma uğuldadı. Sert bir rüzgar sesi sandım. Ağaçlar sallanmıyordu. Ağzımdan dışarı sızan koyu kırmızı kan hala karanlıkta pek de fazla gözükmeyen ama büyüklüklerini zar zor seçebildiğim irili ufaklı yaprakların üzerine dökülüyordu. Sanki hiç durmayacakmış gibi midemden geliyordu. Ağlamaya başladım. Ne oluyordu böyle ? Bedenim kaskatı kesilmiş hareket edemiyordum. Gecenin serin yorganı üzerime örtülmüş boynuma kadar değiyordu. Bilmediğim bir zeminde öylece çivi gibi yan yatmış boş ağaçları izliyordum.
Ve bir ses geldi.
Göz bebeklerim yana doğru kayarken korkunun tohumları usul usul hücrelerime ekilmişti bile. Sağ kulağımın iç kıvrımlarında bir sıcaklık hissederken ağlamam şiddetlenmiş neredeyse omuzlarım sarsılarak ağlayacaktım. Bedenime hiç olmayan bir ağırlık çökmüştü.
" Onlar seni alacak.
Karanlığa boğacak.
Sakın arkana bakma.
Kurtulursun sanma.Aurelie... Aurelie ...
Geliyorlar...
Geliyorlar...
Haydi sende söyle.
Sakın yemi yeme.
Eğer yemi yersen...Geliyorlar...
Geliyorlar...
Aurelie... "
Yıllardır beynimde fısıldayan sesler şimdi netleştiğinde kanım donmuştu. Artık titreyerek ağlıyordum. Ellerimle kulaklarımı kapatırken gözlerimin önünde simsiyah bir sima beliriverdi. Sesler fısıldamaya devam ediyordu kısık sesle. Başımı kaldırmaya korktum. Şimdi o siyah simalar daha çok arttı. Sanki tüm bedenimi çevrelemişlerdi. Usulca başımı yukarı kaldırdığımda ciğerlerimden gelen bir sesle çığlık atmaya başlamıştım. Bomboş yüzlü bir adam üzerime yavaşca eğildi ve ve o an ruhumun çekildiğini hissettim. Parmak uçlarım toprakta kıvrıldı. Eş zamanla tırnaklarım toprağa batarken içlerinin dolduğunu hissetmiştim. Tüm bedenim yavaş yavaş soğumaya başladı. Ve artık dayanamayacağım bir hale gelince sesler artık bedenimi ele geçirmişti. Ağzımdan dolusuyla kan gelmeye devam ediyordu ve bir anda bedenimden ayrılıp kopan bir şeyin gittiğini fark ettim. Ardımdan baktığımda geceye doğru ilerletiliyordum ve kanlı toprağa bıraktığım gözleri açık ölü bedenimse daha deminki simsiyah topluluğun ellerinde gömülüyordu.
🌟🌟🌟
Hızla gözlerimi açtığımda bir anda gecenin seyri değişmişti. Sert yataktan gelen kirli bir koku burnumu aşındırıyordu. Ve başımda dikilen karaltı bedenle az daha çığlık atıyordum.
" Alvinacığım yüzün pek solgun. " dedi. Sesinden anladığım kadarıyla bu doktordu.
" Gecenin bu vaktinde yüzümü görebilmenizi anlamış değilim doğrusu. " dedim birazcık nazik olmaya çalışarak. Usulca yatakta doğrularak yüzünü bile göremediğim uzun bedenle konuşuyodum. Bu nedensizce tüylerimi diken diken etmişti. Bir anda alnımda elini hissedince irkildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUHUMA DOKUNMA
Viễn tưởngO deli veya şizofren değildi. Sadece bedeni olmayan bir varlığın kalbinden öpmüştü. Ruhuna dokunmuş , onu sevmişti. Belki de daha fazlası... Hiçbir insan için atmayan kalbi bir hayaletin atmayan kalbi için atmaya başlamıştı. İnsanlardan kaçıp...