4.Bölüm

166 11 18
                                        


Gecenin sabaha ellerini uzattığı yerde sevgin vurdu beni.

Çığlık çığlığayım, paramparça, hissiz, yoksulum ona. Duysun da gelsin diye.

Hiç kimse üzülmesin isterken en çok üzülen ben oluyorum.

Bu neden hep böyle olur?

Yoğun bakıma alınmasının üzerinden dört gün geçmişti. Göz kapaklarını kaldırmasına dahi muhtaçtım. Sadece gitmesin diye tüm varlığımı yokluğa ulaştırabilirdim.

Alışık olduğum ayakkabı sesleri yeniden kulağıma ilişmişti. Fakat bu sefer farklı giden bir şeyler vardı. Öyle hissediyordum.

Cama uzandı ellerim. Her bir hareketi izledim, ona yapılan her bir hareketi. Vücuduna batırılan iğneler benim canımı yaktı. Doktorların çıkışı ile yanlarına gittim. Kaç gündür olduğu gibi yine aynı şeyleri söylediler.

"Zaman lazım."

Ama bugün biraz daha farkı vardı öncekilere göre, daha pembeydi teni, daha renkliydi saçları, daha umutluydu gözlerim.

Bekliyordum bir milim hareketini.

Gözlerimi hiç ayırmıyordum ondan. Fakat başka çarem kalmamıştı. Çaresizlik sarmış bedenimi doktorun odasına yönlendirdim. Büyük büyük adımlarla katettiğim yolun sonunda odaya ulaştım. Kanı çekilmiş gibi duran ellerimi uzatıp bin bir zorlukla kapıyı çaldım. İçerden gelecek sesi beklemeye mecalim yoktu uzanıp kapıyı açtım.

"Yanına gitmem lazım, lütfen."

Zaten konuşmamı bekleyen gözyaşlarım akmaya başlamıştı bile.

"Son bir kez olsun yanında olayım, yoksa bir ömür boyu vicdan azabından ölürüm. Zaten benim yüzümden lütfen izin verin. Bir kez olsun göreyim."

Hani tam konuşmanız gereken yerde size 'sus' demek istercesine boğazınıza bir yumru oturur ya. Tüm olayı özetler o. Gözleriniz dolar, birkaçı firar eder kırk yıllık mahkum gibi. Konuşamaz öyle bakarsınız. Gözleriniz halim budur bakışlarına bürünür.

İşte halim budur.

"Hasan Bey olay nedir?"

Ses yükseldi birden, henüz bakamadığım odaya döndü bakışlarım. Uzunca bir masa etrafında bir yığın takım elbise. İsmini henüz öğrendiğim Hasan Bey ön düğmesini iliklemiş ve konuşmasını başlatmıştı:

"Efendim bir hastamın yakını."

Karşısındaki adam alaycı bir tavra bürünmüştü.

"Onu anladık Hasan Bey hastanın durumu nedir, neden geldi?"

*

Bu söz değiştirmişti gidişatı.

"Ateş." dedim.

"Buradayım. Duy beni."

Gözlerimin önünde idi, kalbim onunlaydı. Her şey, her şey düzelsin istiyordum. Sesim kulağına ulaşmaz belki ama kalbine dokunsun isterim.

"Gel." dedim.

"Sen bir gel, söz ne istersen o olacak."

Pişmanlık... Belki dünyanın en kötü hissiyatı. Belki ömrünüz boyunca sizi kavurmaya yetecek bir duygu. Elinizden ne gelirse gelsin o duyguyu silemiyorsunuz. Tam şurada oluyor acısı: İki göğsünüzün ortası ve biraz aşağısı, işte tam orada kara bulutlar oluyor. Ne şimşek çakıyor ne de bulut beyaza dönüyor. Yıllarca belki ömrünüz boyunca orada kalıyor acısı. İlk kez yaşamıyorum, ondandır bu tarifim.

Sanki görecekmiş gibi gözlerimi tavana çevirdim göz yaşlarımı engellemek istercesine. Sonra ona doya doya bakamama düşüncesi sardı bedenimi hemen yüzüne çevirdim bakışlarımı.

Çökmüş bir çınar ağacı belirdi gözlerimin önünde. Yakıştıramadım.

"Bak yakıştıramıyorum sana burayı, lütfen beni yalnız bırakma. Beraber başladık beraber devam ettirelim."

Pikeden dışarı sarkmış olan ellerine uzandım. Soğumuştu, hem de çok.

"Ateş, bak hep benim ellerim soğuk olurdu." Boğazımdaki hıçkırıklar dayanamayıp dışarı fırlamıştı. Sesim titriyordu. Durmadan devam ettim.

"Sen, sen çok kızardın bana'Ellerini soğuk tutuyorsun hasta olacaksın.'diye."

Elini öpüp başımı yasladım.

Kısık sesim içimdeki acıyı bastırmak istiyordu.

"Ben kızmıyorum bak." Kaşlarım çatılmış ve çenem titriyordu.

"Lütfen beni bırakma." Elini öpüp pikenin altına koydum. Hala tutuyordum, bir ömür deseler bir ömür bırakmazdım. Dirseğimi yastığının kenarına koymuş başımı elime yaslamıştım. Yüzü cennetten bahşedilmiş olmalıydı. Fakat solgundu biraz. Karlar mı yağmıştı yüzüne? Nedir bu yorgunum halleri? Sen yorulamazsın. Hani süper kahramanlar vardır ya, sen de onlar gibisin. Hiç süper kahramanlar yorulur mu?

Otomatik kapının sesini duymuştum. Ve ardından gelen ses:

"Artık çıkmanız gerekiyor." Arkamı dönmeden başımla onaylamıştım. Ateş'i öpmüş ve kulağına eğilmiştim.

"Seni seviyorum." Kimse duymasaydı ama o duysaydı. Duysaydı da gelseydi.

"Sana ihtiyacım var."

Üzerini örtüp ellerinden ayırdım ellerimi. Dışarı çıkarken gözlerim onda kalmıştı.

O gün o odadan kalbimi bırakıp çıktım...

*

"Bunu yapmana izin veremem baba."

Adam öfke ile arkasını dönmüş ve sinirini kusmuştu:

"Zaten kimseleri yok bunu denesek nereden anlayacak ne bilgisi var ne de bilgisi olan kimseleri."

"Yine de onları kullanamazsın, sen doktorsun, görevin hayat kurtarmak iken gencecik birinin hayatını göz göre göre mahvedemezsin."

Adam tehditvari bakışları ile oğlunun etrafında dönmeye başladı.

"Senin yaptıkların ne zaman unutuldu Kamuran, sen değil misin evinin alt katındaki odayı zindana çeviren."

Adam beklediği tepkiyi almıştı.Oğlu çıldırmış durumdaydı. Bu halini düşman sinsiliği ile izlemiş ve baba sevgisi barındırmayan yüreğinde sevinç nidalarını koparmaya başlamıştı.

Masasındaki kalemleri yere fırlatan oğluna son kez bakmış ve son sözlerini söyleyip odadan çıkmıştı:

"Vicdan dünyayı kurtarmaz evlat ancak hırs seni zirveye sürükler."

***

Görüşlerinizi bildirmeyi unutmayın. Sizi seviyorum.

ZİNDANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin