Yaklaşık iki saatin ardından on soruluk matematik ödevini ve daha yarında olduğum fizik sorularını yapıyordum. San ise, o sadece karşımda başını masaya dayamış uyuyordu.
"Tanrı'm neden?"
Kendi kendime söylenirken, fizikten kalan son soruyu da yapıp bitirmiştim.
Gözlerim yorgunluktan kapanmaya başlarken, San'a bir göz atmıştım; uyuyordu, hem de kendinden geçmiş bir şekilde.
Başımı masaya koydum, birazcık dinlensem iyi olacaktı.
San'ın ağzından
Burnuma gelen vanilya kokusu ile gözlerimi aralarken bakış açıma giren kafa ile nerde olduğumu hatırlamaya çalışıyordum.
Jung Wooyoung, başını küçük masaya yaslamış açtığı kolları ile de her yeri kaplamıştı. Başımı masadan kaldırırken, kaşımda bir yanağı masaya dayalı olan gözleri kapalı, lila rengindeki saçlarının gözlerine düşen çocuğa baktım.
Saçları o kadar yumuşak gözüküyordu ki, o saçlara dokunma isteğim artıyordu.
Bakışlarımı etrafıma çevirdiğimde herkesin başını kitaplara gömmüş olduğunu görmüştüm.
Ayağa kalktım ve Wooyoung'un yanındaki sandalyeye oturdum. Şimdi yüzünü daha yakından inceliyordum.
Gerçekten, herkesi etkileyecek derecede mükemmel bir yüzü vardı. Aklıma hakim olmayarak elimi yumuşak saçları arasına koydum.
Saçları pamuk şekerini andırıyordu, yumuşacıktı ve rengi mükemmeldi. Elim bu sefer yanağına inerken, yanağının da saçlarından farksız olmadığını fark ettim. Baş parmağın yumuşak yanağında gezinirken, bu sefer dudağında durmuştu.
Bir elim yanağıma yaslı onu incelerken, ne yaptığımı sorguluyordum.
Bir anda kendime gelirken, elektrik çarpmış gibi hızla elimi çekmiştim.
Gay olduğu için dalga geçtiğim bu çocuk bana ne yaptırıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
homophobic
Short Storychoisn: wooyoung ne yap biliyor musun? choisn: öl, senin gibi hemcinslerinden hoşlanan iğrençeler ölmeli.