Ellerim arasındaki tozlu kitabı geri rafına yerleştirirken adımlarımı ilerleterek masanın üzerindeki kitapların dolu olduğu yere ilerledim.
Bir hafta geçmişti, tam bir hafta. San'ın bana, konuşmayalım, demesinin üzerinden tam bir hafta geçmişti. Okulda beni gördüğünde yolunu değiştiriyor, benim olduğum ortamlardan kaçıyordu.
Ne oluyordu anlamıyordum; benimle uğraşmaması için ondan ben kaçarken, şimdi o benden kaçıyordu. Ve ben nedenini dahi bilmiyordum.
Masanın üzerindeki tarih kitaplarını kollarımın arasına yerleştirdim ve tarih kitaplarının bulunduğu rafa ilerledim. Kitapları raflara yerleştirirken, küçük kütüphaneyi ufak ve eski cılız bir lamba aydınlatmaya çalışıyordu. Sarı ışık kitapları görmeme yetmezken, pantolonumun arka cebinden telefonumu çıkarmıştım.
Telefonun flaşını açarken, ışığı kitaba doğru yansıtmıştım. Biraz olsun, az öncekinden daha iyi görüyordum.
Son kitabı da yerine koyarken, telefonum kapanmıştı; şarjı bitmişti.
"Tanrı'm..."
Telefonumu geri cebime koyarken, adımlarımı tekrar az önceki masaya ilerletmiştim.
Masaya varmama son iki adım da, sönen lamba ve kütüphanenin kapkaranlık olması ile öylece yerimde kalmıştım.
Küçük kütüphaneyi aydınlatan cılız lamba sönmüş ve her taraf kapkaranlık olmuştu.
Önümü göremezken, biten telefonumun şarjına küfürler etmeye başlamıştım.
"Siktir ya."
Ellerimi önüme uzatırken masaya ulaşmaya çalışmıştım. Ellerime değen soğuk demirle, bunun sandalye olduğunu anlamıştım.
Masanın üzerinde gezinen parmaklarıma değen kitaplar vardı, çantamı ararken ensemde hissettiğim ürperti ile duraksamıştım.
Kalp ritmim hızlanırken, gözlerim de aynı anda büyümüştü.
"Sakin ol."
Boynuma çarpan nefes daha da yakınıma gelirken, sesin tanıdıklığı ile kaşlarım çatılmıştı.
"Çok güzel kokuyorsun."
Saçlarım arasında dolanan nefesle, kalp atışlarım hızlanırken yavaşça önüme dönmeye çalıştım.
Ama o buna izin vermemiş ve bileklerimden tutarak ona arkam dönük kalmamı sağlamıştı.
Arkam ona dönük, elleri iki bileğimi sararken burnunu saçlarıma sürtmüştü.
Choi San, kalbimi hızlandırırken yaptığına hiçbir anlam veremiyordum.
Dudakları enseme çarpıyordu.
Burnunu saçlarımdan çekerken bileğimdeki elleri gevşedi.
"Özür dilerim Woo."
Sesi çok kısık çıkmıştı, fısıldı bile denilemezdi buna.
Bileğimdeki ellerini çekerken, nefesini de ensemden çekmişti.
Adım sesleri uzaklaşırken, cılız lamba tekrar sarı ışığını saçmaya başlamıştı.
jikook?
vmin?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
homophobic
Short Storychoisn: wooyoung ne yap biliyor musun? choisn: öl, senin gibi hemcinslerinden hoşlanan iğrençeler ölmeli.